• Tarih: 11.02.2025
  • Yazar: Av. Dr. Burak ASLANPINAR & Stj. Öğr. Zehra BUYRUK

Dilek Genç'in AİHM Adil Yargılanma ve Silahların Eşitliği Haklarının İhlali Kararı

DİLEK GENÇ

Kararın tam metni için tıklayınız.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türk vatandaşı Dilek Genç’in başvurusu üzerine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 34. Maddesi uyarınca İkinci Daire üyelerini toplayarak sözleşmenin 6. Maddesi uyarınca başvurucunun adil yargılanma hakkına ilişkin şikayetini Türkiye Hükümeti’ne bildirmeye karar vermiş ve başvurunun geri kalan kısmını kabul edilemez olarak değerlendirmiştir.

Başvuru, başvurucunun üzerine uygulanan idari para cezalarını tartışmak için başlattığı iki ayrı idari işlemin adil olmadığına dair şikayetleri içermektedir. Başvurucu, İdari Yargılama Usulüne ilişkin Kanun’da, İdari Mahkemelerde tanık dinlenmesi için bir hüküm bulunmaması ve yerel mahkemelerin itirazlarını reddederken gerekçe göstermemesi gibi nedenlerle başvurusunu temellendirmiştir. Başvurucu, Sözleşme’nin 6. Maddesi uyarınca adil yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle şikâyette bulunmuştur.

Olayın Özeti

1973 doğumlu İzmir'de yaşayan başvurucu, alkol ruhsatı bulunan bir müzik salonunun sahibidir. Müzik salonunun resmi kapanış saatlerine uymadığı gerekçesiyle 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'nun 6. maddesi uyarınca Bornova Belediye Meclisi tarafından iki kez idari para cezasına çarptırılmıştır.

Başvurucu, para cezalarının iptali için İzmir İdare Mahkemesi'nde dava açmış ancak mahkeme cezaları hukuka uygun bulmuştur. Başvurucu, kararı bir üst mahkeme olan İzmir Bölge İdare Mahkemesi'ne taşımış ancak başvurusu reddedilmiştir.

Daha sonrasında ise başvurucu, Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulunarak İdare Mahkemesi'nin yalnızca polis raporlarına dayanarak karar verdiğini ve tanıklarının dinlenmesine ilişkin taleplerini dikkate almadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Anayasa Mahkemesi, başvuruyu kabul edilemez bularak başvurucunun iddialarının dayanaksız olduğunu belirtmiştir.

Başvurucunun İddiaları

Başvurucu, İdare Mahkemesi'nin kararının hukuka aykırı olduğunu, eylemi ispatlayan açık delillerin bulunmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu, belediyenin para cezalarını yalnızca polis raporlarına dayandırdığını ve bu raporların hiçbir delil ile desteklenmediğini öne sürmüştür.

Ayrıca, polis raporlarının önceden basılmış belgeler olduğunu ve polis memurlarının yalnızca suçların zamanlarına ve suçla ilgili yerin adresine dair bilgileri doldurduğunu savunmuştur. Başvurucuya göre, basit trafik cezaları bile belgelere dayandırılarak verilmekteyken kendisine uygulanan idari para cezalarının daha yüksek tutarda olması ve finansal durumunu temelden sarsması nedeniyle yalnızca geçerli delillerle ve teknolojik araçlarla desteklenen kanıtlara dayanarak verilmesi gerekmektedir.

Başvurucu, İdare Mahkemesi'nin tanık delili dinlenmesi talebini reddetmesinin Sözleşme'nin 6. Maddesi uyarınca adil yargılanma hakkına dayalı olarak silahların eşitliği ilkesinin ihlali anlamına geldiğini iddia etmiştir.

Hükümet Mahkemelerinin Gerekçeleri

İzmir İdare Mahkemesi, başvurucunun davasını reddederken müzik salonunun o dönemde eğlence mekanları için belirlenen kapanış saatlerinin ötesinde açık kaldığı tespit edildiği için belediyenin para cezası uygulama kararlarında hukuka aykırılık bulunmadığına karar vermiştir. Mahkeme, başvurucunun müzik salonunun çalışanlarının salonu temizlemek ve bakım yapmak için açık tuttuğu iddialarını ya da polis raporlarını çürütmek amacıyla tanık delili sunma başvurularını ele almamıştır.

Anayasa Mahkemesi ise, başvurucunun şikayetlerinin açıkça dayanaksız olduğunu belirterek İdare Mahkemesi'nin kararında herhangi bir açık değerlendirme hatası ya da keyfiliğe yer olmadığını ve başvurucunun tanıklarının dinlenmesi talebinin gerekçesiz bir şekilde reddedildiği yönündeki şikayetinin de temelsiz olduğunu ifade etmiştir.

Başvurucunun, müzik salonunun kapanış saatlerine uymadığı gerekçesiyle verilen idari para cezalarına karşı açtığı davalar ve yaptığı başvurular hem yerel mahkemeler hem de Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilmiştir. Başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasında bulunmuş fakat bu iddialar mahkemeler tarafından kabul görmemiştir.

Hükümet Tarafından Sunulan Kararlar

Hükümet İYUK’un tanık delilinin dinlenmesini yasaklamadığını ancak idari mahkemelerin tanık dinlememesinin nedeninin İYUK’un 31. maddesinde Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulanabileceği konular arasında tanıklık deliline yer verilmemesi olduğunu ileri sürmüştür. Bu iddiasını desteklemek amacıyla Danıştay’ın farklı daireleri tarafından 2018, 2021 ve 2022 yıllarında verilen dört kararını sunmuştur. Hükümetin görüşüne göre, bu kararlarda Danıştay farklı mahkemelerde başka davaların olup olmadığını ve dava konusunun değiştirilmesine ilişkin kısıtlamaları incelemiştir fakat bu hususlar İYUK’un 31. maddesinde belirtilmemiştir.

Hükümet, Danıştay Beşinci Dairesi tarafından 2021 ve 2022 yıllarında verilen iki kararı da sunmuştur. Bu davalarda “Fetullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)” ile bağlantılı oldukları gerekçesiyle görevlerinden ihraç edilen iki yargı mensubunun açtığı iptal davaları reddedilmiştir. Söz konusu kararlarda şu ifadeye yer verilmiştir:

“... Öte yandan, davacının tanıkların dinlenmesi yönünde bir talepte bulunduğu görülmüş olup, dosyada mevcut delillerin değerlendirilmesi karşısında, tanıkların dinlenmesine gerek görülmemiştir...”

Bu kararlar Danıştay’ın idari yargılamalarda tanıkların dinlenemeyeceği yönünde kesin bir içtihat oluşturmadığını göstermektedir.

Başvurucu, İzmir İdare Mahkemesi'ndeki yargılama sürecinde, beyanlarının ve tanık dinletme taleplerinin reddedilmesiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Ayrıca, Türk hukukunda idari yargıda tanıkların sözlü ifade verme hakkının olmamasının, silahların eşitliği ilkesi ve adil yargılanma hakkına aykırı olduğunu iddia etmiştir.

Mahkeme, başvurucunun şikayetlerini AİHS'nin 6. maddesinin 1. ve 3(d) paragrafları kapsamında incelemeye almıştır.

AİHS’nin 6. Maddesinin Uygulanabilirliği

Hükümetin Beyanları

Hükümet, başvurunun dayandığı idari yargılama sürecine AİHS'nin 6. maddesinin ne ceza hukuku ne de medeni hukuk boyutunun uygulanamayacağını savunmuştur. Ceza hukuku boyutu açısından Engel Kriterlerinden hiçbirinin karşılanmadığını ileri sürmüştür.

Başvurucuya 2559 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezası cezai nitelik taşımamakta olup isnat edilen fiil Ceza Kanunu'nda suç olarak düzenlenmemiştir. İdari para cezaları Ceza Kanunu kapsamında değil Kabahatler Kanunu veya 2559 sayılı Kanun gibi özel yasalar çerçevesinde öngörülmektedir. Bu cezalar mahkemeler tarafından değil Bornova Belediye Encümeni gibi idari makamlar tarafından verilmiştir ve mahkemeler tarafından verilen adli para cezalarından farklıdır. İdari para cezası ödeyemeyen kişilere hapis cezası uygulanmamaktadır.

2559 sayılı Kanun'un 6. maddesi uyarınca verilen cezalar yerel makamlarca belirlenen saatlerde iş yerlerini kapatmayan işletme sahiplerine yönelik olup cezalandırıcı bir niteliği bulunmamaktadır. Bu para cezaları, kamu düzeninin sağlıklı işleyişini güvence altına almayı ve eşit koşullarda faaliyet gösteren işletmelerin eşit şartlarda çalışmasını sağlamayı amaçlamaktadır. Caydırıcı bir önlem olsa bile cezai yaptırım olarak sınıflandırılamaz.

Verilen para cezaları küçük olup, hapis cezasına çevrilme riski bulunmamaktadır ve başvurucunun sabıka kaydına işlenmemektedir.

Hükümet, başvurucuya uygulanan para cezalarının Türkiye'nin ekonomik koşulları göz önüne alındığında düşük ve sembolik nitelikte olduğunu, başvurucunun ise yargılama süresince mali durumu hakkında herhangi bir bilgi sunmadığını ve söz konusu cezanın kişisel hayatı üzerindeki etkisini belirtmediğini savunmuştur.

Ayrıca Hükümet, bu başvurunun Mahkeme'nin daha önce benzer şikayetler hakkında birçok kez karar verdiğini ve Sözleşmeci Devletlerin adil yargılanma hakkı kapsamındaki yükümlülüklerini belirlediğini, bu nedenle mevcut davada ileri sürülen hukuki meselelerin incelenmesini gerektiren zorlayıcı bir neden bulunmadığını öne sürmüştür. Mahkeme'ye göre ise uygulanan cezanın görece hafif olması bir suçun özünde cezai nitelik taşımasını ortadan kaldırmaz.

Hükümet, İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun duruşmalarda zabıt kâtibi bulunmasını veya duruşma tutanağı tutulmasını öngörmediğini belirtmiştir. 2015 yılında yürürlüğe giren yönetmelik, duruşma tutanaklarının özet bilgiler içermesi gerektiğini belirtse de uygulamada tutanakların yalnızca duruşmaya katılan kişilere ve onların iddia ve beyanlarına ilişkin özet bilgiler içerdiği kaydedilmiştir.

Tanıkların idari yargılamada dinlenip dinlenemeyeceğine ilişkin olarak Hükümet, İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda tanıkların dinlenmesini açıkça yasaklayan bir hüküm bulunmadığını ve idari davalarda delil serbestisi ilkesinin geçerli olduğunu vurgulamıştır. Hükümet, idari yargılamalarda tanık dinlenmemesi uygulamasının, bunu açıkça engelleyen bir yasal hükümden değil, içtihattan kaynaklandığını iddia etmiştir.

Hükümet, 2021 ve 2022 yıllarına ait Danıştay kararlarından örnekler sunarak, Danıştay'ın ilgili idari yargılamalarda tanıkların dinlenmesini açıkça reddetmediğini savunmuştur. Delillere ilişkin hususların İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda ayrıntılı şekilde düzenlenmediğini ve bu konuda Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na atıfta bulunulduğunu belirtmiştir. İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 31. maddesi, bilirkişi delili ve keşif gibi konular bakımından Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na yapılan atıfları listelemekte ancak tanık delilini içermemektedir.

Hükümet, 2018, 2021 ve 2022 tarihli Danıştay kararlarını sunarak, Danıştay'ın, İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 31. maddesinde açıkça yer almamasına rağmen, bazı davalarda başka mahkemelerde devam eden yargılamaların olup olmadığı ve dava değişikliği yasağı gibi hususları değerlendirdiğini ileri sürmüştür.

Mevcut davaya ilişkin olarak Hükümet, tanık delilinin dinlenmesinin gerekip gerekmediğine karar vermenin ulusal mahkemelerin takdirinde olduğunu ve başvurucunun tanıklarının dinlenmesi hakkının mutlak olmadığını vurgulamıştır.

Hükümet, İdare Mahkemesi'nin başvurucunun tanık çağrılmasına ilişkin talebini incelediğini, ancak para cezalarının uygulanmasına dayanak oluşturan olguların doğruluğuna ilişkin verilerin yeterli olduğu kanaatine vardığını ileri sürmüştür.

Hükümet ayrıca, başvurucunun temel iddiasının, polis raporlarının doğruluğuna ilişkin bir karine bulunduğu ve idare mahkemesinin tanık çağırma talebini dikkate almaması nedeniyle bu karinenin uygulamada çürütülemez olduğu yönünde olduğunu ileri sürmüştür. Ancak başvurucu, kendisine yöneltilen suçlamaların her zaman farkında olmuş ve Bornova Belediyesi tarafından sunulan delillerin doğruluğunu sorgulama ve kendisine uygulanan para cezalarının hukuka aykırılığına ilişkin iddialarını ileri sürme fırsatına sahip olmuştur. Her durumda, sözlü tanık ifadesi, başvurucunun iddialarını kanıtlayabilecek tek belirleyici delil olarak görülemez. Gerçekten de başvurucu, olay sırasında müzikholünde bulunduğu iddia edilen temizlik personelinin noter onaylı yazılı beyanlarını mahkemeye sunabilirdi. Bu bağlamda, Hükümet ayrıca başvurucunun müzikhole güvenlik kameraları yerleştirebileceğini ve denetimin yapıldığı zamana ilişkin görüntüleri veya video kayıtlarını sunabileceğini de iddia etmiştir.

Son olarak, İzmir İdare Mahkemesi kararlarını yalnızca Bornova Belediyesi tarafından sunulan delillere değil, aynı zamanda başvurucunun iddialarına ve sunduğu delillere dayandırmış ve gerekçeli değerlendirmeleri doğrultusunda başvurucunun itirazlarını reddetmiştir. İzmir İdare Mahkemesi, ilgili tarihlerde başvurucunun müzikholünün belediye tarafından belirlenen kapanış saatlerini aşarak açık kaldığını ve polis tarafından düzenlenen tutanakları çürütebilecek herhangi bir bilgi veya belgenin bulunmadığını tespit etmiştir. Ayrıca, başvurucu, ilgili tutanakları düzenleyen polis memurlarının kendisine karşı önyargılı olduklarını veya yanlış rapor düzenlemelerine neden olabilecek herhangi bir husumet taşıdıklarını öne sürmemiştir ve böyle bir durumun varlığına işaret eden herhangi bir bilgi de bulunmamaktadır. Her durumda, delillerin güvenilirliğine ilişkin iddia edilen çelişkilerin değerlendirilmesi, ulusal mahkemelerin takdirine bırakılmıştır, zira delilleri değerlendirmek ve iç hukuku uygulamak birincil olarak ulusal mahkemelerin görevidir.

Yukarıdaki hususlar ışığında, Hükümet, idare mahkemesindeki yargılamaların başvurucunun adil yargılanma hakkını ciddi şekilde ihlal etmediğini değerlendirmiş ve Mahkemeden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin ihlal edilmediğine karar vermesini talep etmiştir.

 

 

 

 

 

 

Mahkemenin Değerlendirmesi

Mahkeme, AİHS'nin 6. maddesinin ceza hukuku boyutunun uygulanabilirliğini değerlendirmenin, Engel kriterleri olarak bilinen üç kritere dayandığını hatırlatır: suçun ulusal hukuktaki sınıflandırılması, suçun niteliği ve kişinin maruz kalabileceği cezanın niteliği ve ağırlığı.

Mahkeme, Türkiye'ye karşı açılan benzer davalarda, belirli bir statüye sahip özel bir gruba yönelik çeşitli yasalara dayalı olarak verilen idari para cezalarıyla yaptırıma bağlanan küçük suçlara ilişkin yargılamalarda, AİHS'nin 6. maddesinin ceza hukuku boyutunun uygulanabilir olduğuna karar vermiştir. Bu kararlara örnek olarak Sosyal Güvenlik Kanunu, Kabahatler Kanunu, A Grubu Madenlere İlişkin Yönetmelik, Karayolları Trafik Kanunu ve Dernekler Kanunu uyarınca verilen idari para cezalarına ilişkin davalar gösterilebilir.

Mahkeme, AİHS'nin 6. maddesinin ceza hukuku boyutunun uygulanabilirliğine ilişkin yerleşik içtihatlarına uygun olarak, başvurucuya isnat edilen fiilin ve buna karşılık gelen yaptırımın Türk Ceza Kanunu'nda düzenlenmemiş olmasının tek başına belirleyici olmadığını, zira iç hukukun sunduğu göstergelerin yalnızca göreceli bir değer taşıdığını, suçun doğasının çok daha önemli bir faktör olduğunu belirtir. Aynı şekilde, söz konusu para cezalarının bir mahkeme yerine idari bir makam tarafından verilmiş olması da AİHS'nin 6. maddesinin ceza hukuku boyutunun uygulanabilirliği açısından bir fark yaratmamaktadır.

Suçun niteliği bakımından Mahkeme, her zaman ihlal edilen kuralın hangi kişi grubuna yönelik olduğu, korunan menfaatlerin türü ve niteliği ile caydırıcı ve cezalandırıcı bir amacın bulunup bulunmadığını dikkate almıştır. Mevcut davada Mahkeme, 2559 sayılı Kanun'un 6. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinin, eğlence mekânı sahipleri gibi belirli bir ekonomik faaliyette bulunan kişi grubuna yönelik bir yükümlülüğe (açılış ve kapanış saatlerine uyma zorunluluğu) ilişkin bir kabahati düzenlediğini gözlemler. Söz konusu düzenlemenin genel kamuya hitap etmemesi, yalnızca belirli bir grubu hedef alması, niteliği ve amacı göz önüne alındığında, bu tür bir ihlalin AİHS'nin 6. maddesinin ceza hukuku boyutunun dışında tutulması gerektiğini gösterebilir. Mahkeme, bu bağlamda, mevcut davadaki fiilin cezalandırıcı bir amaç taşıyıp taşımadığını inceleyecektir.

Hükümet, söz konusu idari para cezalarının caydırıcı niteliğini kabul etmekle birlikte, bunun cezalandırıcı bir amaç taşımadığını, aksine, aynı koşullar altında faaliyet gösteren işletmelerin eşit şartlarda iş yapmasını sağlamayı ve böylece kamu düzeninin düzgün işleyişini temin etmeyi amaçladığını ileri sürmüştür.

Mahkeme'nin değerlendirmesine göre, Hükümet tarafından belirtilen düzenlemenin amacı, belirli bir ölçüde rekabetin korunmasına hizmet etmektedir. Bu düzenleme, işletmelerin belirlenen saatler dışında faaliyet göstermelerini yasaklayarak, rekabeti ihlal edebilecek uygulamalardan kaçınmalarını sağlamak amacıyla idari para cezaları yoluyla teşvik etmektedir. Ancak, rekabetin korunması ve kamu düzeninin sağlanması, toplumun genel menfaatleri arasında yer almakta olup, genellikle ceza hukuku tarafından korunan hususlardır. Nitekim, mevcut davaya uygulanabilir olan Kabahatler Kanunu'nun bazı hükümleri, kast, ihmal, ihmali suç işleme, hata, sorumluluk, hukuka uygunluk nedenleri, sorumluluğu ortadan kaldıran sebepler, teşebbüs, iştirak ve birleşik cezalar gibi kavramları içermektedir. Bu unsurlar, kabahatlerin ceza hukuku niteliği taşıdığına işaret etmektedir.

İlgili kişinin karşı karşıya olduğu cezanın niteliği ve ağırlık derecesi açısından Mahkeme, 2559 sayılı Kanun'un 6(1)(b) maddesinin asıl amacının suç işleyenleri cezalandırmak olduğunu vurgulamaktadır. Bu hüküm kapsamında öngörülen idari para cezalarının hiçbiri, belediyeler tarafından belirlenen işletme saatlerine uyulmaması nedeniyle meydana gelen zararın tazmini amacı taşımamaktadır. Ayrıca, 2559 sayılı Kanun'un 6. maddesinin son fıkrasında, tekrar suç işlenmesi halinde artırılmış ceza uygulanmasını öngören hüküm, söz konusu yaptırımın cezalandırıcı amacını açıkça ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, başvurucuya uygulanan para cezalarının esas itibarıyla onu yeniden suç işlemekten caydırmayı ve yasama organının hukuka aykırı kabul ettiği fiilleri cezalandırmayı amaçladığı sonucuna varılmaktadır. Mahkeme'nin değerlendirmesine göre, bu durum mevcut davadaki suçun cezai niteliğini ortaya koymaktadır.

Buna göre, Hükümet'in belirttiği gibi, suçun yalnızca para cezasıyla cezalandırılabilmesi ve ödeme yapılmaması halinde hapis cezasına çevrilememesi, tek başına Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin cezai boyutunun uygulanabilirliği açısından belirleyici değildir. Zira, uygulanan cezanın görece hafif olması, bir suçun özünde cezai nitelik taşımasını ortadan kaldırmaz.

Mahkeme, her bir argümana detaylı yanıt verilmesi beklenmese de gerekçe gösterme yükümlülüğünün, davanın sonucunu belirleyici nitelikteki argümanlara özel ve açık bir yanıt almayı bekleyebilecekleri anlamına geldiğini belirtmiştir.

Başvurucu, polis tarafından sunulan delillere etkin bir şekilde itiraz edemediğini, çünkü Türk hukukunda idare mahkemeleri önünde tanıkların sözlü olarak dinlenmesi hakkının bulunmadığını ileri sürmüştür. Hükümet ise İYUK'un tanıkların sözlü ifadelerinin alınmasına ilişkin herhangi bir hüküm içermediğini kabul etmekle birlikte, bunun idare mahkemelerinin tanıkları dinlemesini engellemediğini, sorunun yargısal uygulamadan kaynaklandığını savunmuştur. Hükümet, başvurucunun (i) bir duruşma talep etmemesi ve (ii) tanıklarının isimlerini veya hangi konular hakkında tanıklık yapacaklarını belirtmemesinin, onun savunma tanıklarının dinlenmesine ilişkin usuli haklarını kullanmamayı tercih ettiği şeklinde yorumlanabileceğini öne sürmüştür.

Mahkeme, öncelikle Hükümet'in (i) ve (ii) numaralı hususlara ilişkin argümanlarını inceleyerek, Hükümet tarafından ayrıntılarıyla açıklanan ulusal hukuki çerçevenin ve uygulamanın, idare mahkemeleri önünde tanıkların dinlenmesine imkân sağlayıp sağlamadığını değerlendirecektir. Bu değerlendirme, başvurucunun Sözleşme'nin 6. maddesinin 3. fıkrasının (d) bendi kapsamındaki hakkının ihlal edilip edilmediğini belirlemek açısından önem arz etmektedir.

Mahkeme, İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun, iptal davalarında tarafların talebi üzerine duruşma yapılmasını öngörmesine rağmen, bu tür duruşmalarda tanıkların dinlenmesine imkân tanıyan herhangi bir prosedür içermediğini gözlemlemektedir. Nitekim, Hükümet de bunu kabul etmiş ve "Duruşmalara İlişkin Esaslar" başlıklı 18. maddenin, idare mahkemelerindeki duruşmalar sırasında tanık delillerinin değerlendirilmesine ilişkin herhangi bir düzenleme içermediğini belirtmiştir. Söz konusu madde, yalnızca taraflara (davacı veya avukatı ile davalı veya avukatı) iki kez sözlü beyanda bulunma hakkı tanımakta, vergi yargılamaları haricinde tanıkların dinlenmesine olanak sağlamamaktadır. Ayrıca, Hükümet tarafından sunulan yerel mahkeme kararlarından hiçbiri, İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun hükümlerine aykırı bir şekilde, idari yargılamalarda kamuya açık duruşmalarda tanıkların dinlendiğini göstermemektedir. Dolayısıyla, başvurucunun İzmir İdare Mahkemesi'ne duruşma talebinde bulunmamasına herhangi bir hukuki sonuç atfedilemez.

Başvuranın, kendisine resmi kapanış saatlerine uymadığı yönündeki suçlamaların yapıldığı sırada işçilerinin müzik salonunda temizlik ve bakım yaptığını desteklemek amacıyla tanık delili sunulmasını talep ettiği açıktır. Ancak bu işçilerin isimlerini açıkça belirtmediği de doğrudur. Mahkeme, savunma tanıklarının dinlenmesine ilişkin talepleri genellikle Murtazaliyeva davasında ortaya konan üç aşamalı teste göre değerlendirmektedir. İsmi belirtilmeyen bir tanığın dinlenmesi talebi, "yeterince gerekçelendirilmiş" sayılmayabileceği için bu testin ilk aşamasında başarısız olma ihtimali yüksektir. Bununla birlikte, Mahkeme, Murtazaliyeva testinin, ilgili ulusal sistemin bu tür yargılamalarda tanıkların dinlenmesine imkân tanıdığı varsayımına dayanması gerektiğini düşünmektedir. Zira, sanığın lehine tanık dinletebilme hakkının yalnızca teorik ve hayali olmaktan çıkıp, pratik ve etkili bir şekilde uygulanabilmesi için bu yorum zorunludur. Buna bağlı olarak, Mahkeme, başvuranın İzmir İdare Mahkemesi'ndeki yargılamalar sırasında tanıklarının dinlenmesi hakkına sahip olup olmadığını tespit etmeye çalışacaktır.

Bu bağlamda, Mahkeme öncelikle İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun sözlü delil alınmasına ilişkin kurallar, tanıklık yapabilecek veya yapamayacak kişiler, tanık çağırmaya yetkili merci veya tanıkların çağırılma usulüne dair herhangi bir hüküm içermediğini gözlemlemektedir. Hükümetin de kabul ettiği üzere, idari yargılamalarda sınırlı da olsa duruşma tutanaklarına dayalı bir dinleme imkânı ancak 2015 yılında getirilmiş olup, bu düzenleme başvuranın mevcut başvurulara konu olan yargılamaların tamamlanmasından sonra yürürlüğe girmiştir.

Daha da önemlisi, başvuranın şikayetlerini reddederken Anayasa Mahkemesi, "ilk derece idare mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulandığını ve mahkemelerin kararlarını yazılı delillere dayalı olarak vermesi gerektiğini" belirtmiştir ki bu, Hükümetin görüşüyle uyumlu görünmemektedir. Ayrıca Mahkeme, Hükümetin bu konuyla ilgili Anayasa Mahkemesi'nin herhangi bir kararını sunmadığını veya Anayasa Mahkemesi'nin bu konudaki uygulamalarının kendi yorumlarını desteklediğini iddia etmediğini de kaydetmektedir. Bununla birlikte, Hükümet, Danıştay Beşinci Dairesi'nin 2021 ve 2022 yıllarında verdiği iki kararı, idari yargılamalarda tanık dinlenmesi meselesine ilişkin görüşlerini desteklemek amacıyla sunmuştur. Hükümet'e göre, bu kararlar, Danıştay'ın tanıkların idari davalarda dinlenemeyeceğine dair açık bir tespit yapmadığını göstermektedir. Ancak bu kararlar, başvurunun yapıldığı tarihten yaklaşık yedi ve sekiz yıl sonra verilmiştir. Ayrıca, bu kararlar Danıştay'a yapılan temyiz başvurularına ilişkindir. Oysa başvuruya konu ilk derece idari yargılamalarında verilen kararlara karşı temyiz yolu kapalıydı. Dolayısıyla, bu kararların ilk derece mahkemelerinde görülen davalar için emsal teşkil ettiği söylenemez.

Hükümet'in sunduğu iki davada da başvurucular lehine bir sonuç çıkmadığı dikkate değerdir. Zira ilgili kararlar, dava dosyalarındaki deliller göz önüne alındığında, davacıların önerdiği tanık delillerinin dinlenmesinin gerekli görülmediğini ifade etmektedir. Bu unsur, tek başına Hükümet'in argümanlarının dayanaksız olduğunu kanıtlamasa da Mahkeme, tanık dinlenmesi gibi yaygın bir mesele hakkında yargı kararlarının bulunmamasını kayda değer görmektedir.

Hükümet'in İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 31. maddesi uyarınca idare mahkemelerinde tanıkların dinlenmesinin mümkün olduğu yönündeki iddiasına ilişkin olarak, Mahkeme, Hükümet'in bu iddiayı desteklemek için sunduğu dört kararın tanık meselesiyle ilgili olmadığını tespit etmektedir. Ayrıca, bu kararların, idari mahkemelerin İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 31. maddesi temelinde Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun tanıklara ilişkin hükümlerini uygulayarak tanık delili alabileceği anlamına geldiği düşünülse bile, söz konusu kararlar 2018, 2021 ve 2022 yıllarında verilmiştir. Oysa mevcut başvurular 2014 yılında yapılmıştır. Bu nedenle, Hükümet'in iddia ettiği imkânın başvurunun yapıldığı dönemde mevcut olduğu söylenemez. Her halükârda, Hükümet'in sunduğu kararlardan birinde, Danıştay'ın idari yargılamalarda tanıkların dinlenmesine dair açık bir yasak getirmediği iddia edilmesine rağmen, aynı mahkemenin, eğer bir konu İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 31. maddesinde belirtilmemişse, bu hükme dayanarak Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun ilgili hükümlerinin uygulanamayacağına karar verdiği görülmektedir.

Son olarak, Hükümet, idari yargılamalarda mahkemelerin kendiliğinden araştırma ilkesi çerçevesinde tanık delili alabileceğini öne sürmüşse de bu yorumu destekleyen tek bir yargı kararı bile sunamamıştır.

Sonuç

Mahkeme, ne İzmir İdare Mahkemesi’nin başvuranın tanık delili sunma talebiyle ilgili bir değerlendirme yaptığını, ne de Anayasa Mahkemesi’nin bu başvuruyu iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez ilan ettiğini gözlemlemektedir. Anayasa Mahkemesi, başvuruyu esas açısından incelemiş ve açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez bulmuştur. Dolayısıyla, Mahkeme Hükümet’in iç hukuk yollarının tüketilmediğine ilişkin ön itirazını dikkate almamaya karar vermekte ve bu itirazı reddetmektedir.

Yukarıda belirtilen hususlar ışığında Mahkeme, başvuranın suçlandığı ve mahkûm edildiği suçun Sözleşme’nin 6. maddesi açısından cezai olarak sınıflandırılması gerektiği sonucuna varmıştır. Bu durum, mevcut davalara temel oluşturan idari yargılamalara Sözleşme’nin 6. maddesinin cezai boyutunun uygulanabilir olduğu anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Hükümet’in aksi yöndeki ön itirazı reddedilmiştir. Bunun sonucunda Mahkeme’nin mevcut davada Sözleşme’nin 6. maddesinin medeni hukuk boyutunun uygulanabilir olup olmadığını değerlendirmesine gerek kalmamaktadır. Mahkeme, mevcut davadaki yargılamaların adil yargılanma hakkının gereklerini karşılamaktan uzak olduğu ve başvurucunun, hakkında uygulanan para cezalarının temel dayanağını oluşturan polis tutanaklarına etkili şekilde itiraz etme imkanından yoksun bırakıldığı sonucuna varmaktadır. Bunun nedeni, yürürlükteki hukuki çerçevenin ve yerel mahkemelerin içtihatlarının, başvurucunun tanıklarını İzmir İdare Mahkemesi önünde dinletmesine olanak tanımaması ve bu nedenle maruz kaldığı zararın, mahkeme tarafından giderilmemesidir. İzmir İdare Mahkemesi, savunmasını dikkate almak yerine, polis tutanaklarına daha fazla ağırlık verme kararını hangi gerekçeye dayandırdığını açıklamamıştır.

BU GEREKÇELERLE, MAHKEME OYBİRLİĞİYLE:

  1. Başvuruların birleştirilmesine karar vermiştir;
  2. Başvuruların kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir;
  3. Sözleşme’nin 6/ 1 ve 3 (d) maddelerinin ihlal edildiğine hükmetmiştir.

 

https://www.aslanpinar.combilgi-bankasi/guncel/dilek-genc-in-aihm-adil-yargilanma-ve-silahlarin-esitligi-haklarinin-ihlali-karari
Diğer Makaleler