-
Tarih: 01.09.2023
Olağanüstü Zamanaşımı İle Kazanma Koşulları Sağlandıktan Sonra Sit Alanı İlan Edilen Taşınmazın Hazineye Devri Mülkiyet Hakkını İhlal Eder
KEMAL YILMAZ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/6320)
Karar Tarihi: 24/10/2019
R.G. Tarih ve Sayı: 3/12/2019-30967
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, zilyetlikle kazanma koşulları gerçekleşen ancak arkeolojik sit alanı ilan edilen taşınmazın Hazine adına tescili nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 31/3/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
A. Başvuru Konusu Olayın Arka Planı
8. Başvurucu 13/1/1978 tarihli Köy Senedi ile senet metninde mevki, sınır ve miktarı yazılı tapusuz taşınmazı önceki zilyetlerinden satın almıştır.
9. Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu (Kurul) 21/7/1992 tarihli ve 2523 sayılı kararla taşınmazı birinci derece doğal ve birinci derece arkeolojik sit alanı olarak tespit etmiştir. Aynı Kurul 22/6/2007 tarihli ve 2425 sayılı karar ile arkeolojik sit alanı derecesini ikinci derece olarak değiştirmiştir.
10. Başvurucu, satın olmuş olduğu bu yer üzerine tek katlı kârgir ev inşa ederek kullanmaya başlamıştır. Bu taşınmaz, Kastamonu'nun Cide ilçesine bağlı Kalafat köyünde 2008 yılında yapılan kadastro çalışmalarında 108 ada 4 parsel numarasıyla bahçe vasfı ile Hazine adına tespit edilmiştir.
11. 18/1/2008 tarihli Kadastro Tutanağı'nda, bahçe niteliğindeki tapusuz taşınmazın başvurucunun tasarrufunda olup üzerinde başvurucu tarafından inşa edilen tek katlı kârgir evin mevcut olduğu belirtilmiştir. Tutanak bu belirlemeyi içermesine rağmen sit alanı içinde kalan taşınmazların zilyetlikle kazanılması mümkün olmadığından taşınmaz Hazine adına tespit edilmiştir.
B. Başvuruya Konu Yargılama Süreci
12. Başvurucu 29/5/2008 tarihli dilekçesiyle taşınmazın yüz yılı aşkın süredir özel mülk niteliğinde olduğunu ileri sürerek tapuda adına tesciline karar verilmesi talebiyle tespite itiraz etmiştir.
13. Cide Kadastro Mahkemesi (Mahkeme) açılan dava üzerine mahallinde keşif yaparak taşınmazın niteliğini ve başvurucu lehine kazanma koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğini araştırmıştır. Söz konusu 4/6/2009 tarihli Keşif Zaptı'nda dinlenen yerel bilirkişiler dava konusu taşınmazın kırk yılı aşkın süredir başvurucunun zilyetliğinde olduğunu belirtmiştir. Aynı keşifte dinlenen tanıklar da benzer beyanlarda bulunmuş ve taşınmazın eklemeli olarak çok eski zamanlardan beri kişilerin zilyetliğinde olduğunu bildirmişlerdir.
14. Teknik bilgisine başvurulan ziraatçi bilirkişi taşınmazın yirmi beş yıldan az olmamak üzere tarım arazisi niteliğinde olduğunu, arkeolog bilirkişi de sit alanı içinde kaldığını bildirmiştir.
15. Mahkeme 24/8/2009 tarihli kararla birinci derece doğal sit alanı içinde kalan yerlerin zilyetlikle kazanılamayacağı gerekçesiyle davayı reddetmiş ve taşınmazın Hazine adına tesciline karar vermiştir.
16. Hüküm, başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay 7. Hukuk Dairesi (Daire) 19/12/2011 tarihinde, taşınmazın sit alanı içinde kalıp kalmadığı hususunda ayrıntılı bilirkişi raporu alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiğine işaret edip hükmü bozmuştur.
17. Mahkeme, bozma kararına uyarak uyuşmazlık konusu taşınmazın niteliği ve sit alanı içinde kalıp kalmadığının belirlenmesi amacıyla ikinci kez keşif yapmıştır. Keşif mahallinde dinlenen mahallî bilirkişi ve tanıklar önceki keşifteki beyanlarını tekrar etmişlerdir. Arkeolog bilirkişi hazırlamış olduğu 15/5/2013 tarihli raporunda taşınmazın birinci derece doğal ve ikinci derece arkeolojik sit alanı içinde kaldığını ifade etmiştir.
18. Mahkeme 20/5/2013 tarihinde ikinci kez davanın reddine karar vermiştir. Anılan kararda, taşınmaz yaklaşık otuz yıl süre ile başvurucunun zilyetliği altında bulunuyorsa da ikinci derece doğal sit alanı içinde kaldığından zilyetlikle kazanılmasının mümkün olmadığına işaret edilmiştir.
19. Hüküm başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Daire 28/5/2015 tarihinde hükmü onamıştır. Karar düzeltme isteğinin Yargıtay 16. Hukuk Dairesi tarafından reddiyle hüküm 28/1/2016 tarihinde kesinleşmiştir.
20. Nihai karar 2/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 31/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun Hükümleri
21. 22/12/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun ''Taşınmazın mülkiyetinin kazanılması'' kenar başlıklı 705. maddesi şöyledir:
"Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.
Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır."
22. 4721 sayılı Kanun'un ''Olağanüstü zamanaşımı'' kenar başlıklı 713. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
''Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.
...
Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.''
23. 4721 sayılı Kanun'un "Zilyetliğin devri" kenar başlıklı 763. maddesi şöyledir:
''Taşınır mülkiyetinin nakli için zilyetliğin devri gerekir.
Bir taşınırın zilyetliğini iyiniyetle ve malik olmak üzere devralan kimse, devredenin mülkiyeti devir yetkisi olmasa bile, zilyetlik hükümlerine göre kazanmanın korunduğu hâllerde o şeyin maliki olur.''
24. 4721 sayılı Kanun'un "Kazandırıcı zamanaşımından yararlanma" kenar başlıklı 996. maddesi şöyledir:
''Kazandırıcı zamanaşımından yararlanma hakkına sahip olan zilyet, zilyetliği kendisine devreden aynı yetkiye sahip idiyse onun zilyetlik süresini kendi süresine ekleyebilir.''
25. 21/6/1986 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun "Amaç" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
''Bu Kanunun amacı, ülke koordinat sistemine göre memleketin kadastral veya topoğrafik kadastral haritasına dayalı olarak taşınmaz malların sınırlarını arazi ve harita üzerinde belirterek hukukî durumlarını tespit etmek suretiyle 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun öngördüğü tapu sicilini kurmak, mekânsal bilgi sisteminin alt yapısını oluşturmaktır.''
26. 3402 sayılı Kanun'un "Tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların tespiti" kenar başlıklı 14. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
''Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.''
27. 3402 sayılı Kanun'un "Kesin hüküm" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
''Kadastro mahkemeleri kararları, davada taraf olanlar ile taraflar dışında hak iddia ederek davaya müdahil sıfatıyla katılanların leh ve aleyhinde kesin hüküm teşkil eder. Taraf olmadığı halde lehine karar verilen şahıs hakkında mahkemece tesis edilen hüküm yukarıda sözü edilenleri de bağlar.''
28. 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun "Tanımlar ve kısaltmalar" kenar başlıklı 3. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
''Sit; tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları, kültür varlıklarının yoğun olarak bulunduğu sosyal yaşama konu olmuş veya önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmış tabiat özellikleri ile korunması gerekli alanlardır.
...
Doğal (tabii) sit' jeolojik devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle olağanüstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan korunması gerekli alanlardır.''
29. 2863 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
''Ancak, kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurullarınca birinci grup olarak tescil ve ilan edilen kültür varlıklarının bulunduğu taşınmazlar ile birinci ve ikinci derece arkeolojik sit alanlarındaki taşınmazlar zilyetlik yoluyla iktisap edilemez.''
2. Yargıtay Kararları
30. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 28/2/2007 tarihli ve E.2007/1-75, K.2007/90 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
''Bu davanın konusunu teşkil eden uyuşmazlık sit alanlarında yer alan taşınmazlarda 20/7/2004 tarihinde 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda 5226 sayılı Kanunla yapılan değişikliğe kadar zilyetlikle iktisap koşulları lehine gerçekleşen zilyedin müktesep hakkının korunup korunmayacağı ve değişikliğin kazanılmış hakları etkileyip etkilemeyeceği konusunda toplanmaktadır. Diğer bir anlatımla kamu düzeni, kamu yararı gibi gerekçelerle kanunda yapılan değişikliğin, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki müktesep hakları ortadan kaldırıp kaldıramayacağı, bu kararın ve ihtilafın konusunu oluşturmaktadır.
Konuyu incelerken öncelikle kazanılmış hakkın ne olduğunun belirlenmesi, daha sonra da kazanılmış hakkın mevcut olup olmadığının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, Anayasasının 2. maddesine göre sosyal bir hukuk devleti olup, hukuk devletinin vazgeçilmez unsurlarından birisi de kazanılmış hakların korunmasıdır.Bir çok yargı kararlarında da açık biçimde saptandığı gibi hukuk devleti, kişinin mevcut yasalara göre kazandığı haklarının daha sonra çıkartılacak yasalar ile elinden alınmayacağı yolunda vatandaşına güvence veren devlettir.Bu ilke ile Devletin güvenirliliği sağlanmaktadır. Hukukun temelinde 'kanunların geriye yürümemesi' ilkesi bulunmaktadır.
Ancak, yasa koyucunun aksine bir düzenleme yaparak açıkça bir kanunun geriye yürütülmesini öngörebileceği kabul edilmektedir.
Bu husus müstakar yargı kararlarında da aynen benimsenmiştir. (Örnek: YHGK. 9/3/1988 gün 1987/2-860 1988/232 K ve 13/2/1991 gün 1990/2-648 1991/65 K sayılı ilamları ).
Kazanılmış hakların korunması o kadar önemlidir ki, sadece yasal değişiklikler nedeni ile değil yürürlükten kaldırılan yasalar ile elde edilen haklar dahi korunmaktadır. Örneğin 1966 tarihinde yürürlüğe giren 775 sayılı Gecekondu Kanununun 3. maddesinin 1. fıkrasında bir kısım Hazine mallarının belediyelerin mülkiyetine geçeceği belirtilmiş ve bu taşınmazlar belediyeler adına tescil edilmiştir. Tescili yapılmayanlarla ilgili olarak açılan davalarda da koşulları oluşmuş ise, bu taşınmazlar mahkeme kararı ile belediyeler adına tescil edilmekte iken, 19/7/2003 tarihinde yürürlüğe giren 4916 sayılı Kanun ile Hazine mallarının belediyeye geçişini sağlayan madde iptal edilmiştir. Bu iptale rağmen, istikrarlı Yargıtay uygulamasında yasanın iptalinden önce kazanma koşulları doğmuş ise, iptalden sonra açılan davalar kazanılmış hak ilkesi göz önüne alınarak kabul edilmektedir.
...
Nitekim 3402 sayılı Yasa’nın 14-17. maddesinin uygulanması sırasında da aynı prensipler kabul edilmiş, imar ihya ile iktisap koşulları zilyet yararına oluştuktan sonra taşınmaz imar planı kapsamı içerisine alınmışsa kesinleşen imar planı ile daha önce doğan mülkiyet hakkının ortadan kaldırılamayacağı, imar planına ilişkin idari kararın zilyedin müktesep hakkını etkilemeyeceği Yargıtay daireleri uygulamasında kararlılıkla benimsenmiştir. Müktesep hakkın varlığının tanınması Hukuk Devletinde yukarda belirtilen ilkeler ve mevzuat karşısında ayrı bir yasal düzenlemeye ihtiyaç göstermez 5226 sayılı Yasa’da kazanılmış hakları bertaraf edecek bir hükme yer verilmediğine göre, mahkemelerce kazanılmış hakların göz ardı edilemeyeceği kuşkusuzdur. Hukuk Genel Kurulu’nun 9/3/1988 tarih 1987/2-860 esas ve 1988/232 sayılı kararında da belirtildiği üzere herhangi bir yasa veya düzenleyici kural yürürlüğe girdiği andan itibaren derhal ve ileriye doğru hukuksal sonuçlarını doğurmaya başlar. Bunun doğal sonucuda yasaların yürürlüğe girmelerinden önceki olayları etkilemeyeceği, başka bir anlatımla geriye yürümeyeceğidir. Başta mahkemeler olmak üzere, yasaları uygulama durumunda bulunanlar, onları geriye yürür sonuçlar doğuracak şekilde yorumlamamakla yükümlüdürler.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 1 nolu protokolünün 1. maddesi mülkiyet hakkını teminat altına almaktadır. Madde şöyledir: 'Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve Uluslararası Hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir…' Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi mülkiyet hakkını tanıyan tek uluslararası belge değildir. Örneğin İnsan Hakları Evrensel Bildirisi şöyle demektedir. '1- Herkesin tek başına veya diğerleri ile birlikte mülkiyet sahibi olma hakkı vardır. 2- Kimse keyfi bir biçimde mülkünden mahrum bırakılamaz.' Açıklanan ilkeler Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının muhtelif maddelerinde de yerini bulmuştur. Anayasamızın 35. maddesine göre; 'herkes mülkiyet ve miras haklarına sahiptir ve bu haklar ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabilir.' 63. maddede de, Tarih, Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması başlığı altında; 'Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını sağlar. Bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır. Bu varlıklar ve değerlerde özel mülkiyet konusu olanlara getirilecek sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak yardımlar ve tanınılacak muafiyetler kanunla düzenlenir.' hükmünü getirmiştir. Yine 13. maddede 'Temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın, yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği' hükmünü getirmiştir. Hukukun genel prensipleri de mülkiyet hakkının kutsallığını ve sınırlamaların ancak kanunla yapılabileceğini kamu düzeni ve kamu yararı amacıyla yapılabilecek sınırlamalarında müktesep hakları bertaraf edemeyeceği prensiplerini öngörmektedir.
Bilindiği üzere, bir ülkenin zenginliklerinin, tarihi ve kültürel değerlerinin başında kültür ve tabiat varlıkları gelir. Bunların korunması ve özellikle gelecek nesillere aktarılması için herkese büyük görevler düşmektedir. Bu varlıkların korunması için tüm çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi hukukumuzda da bu konu üzerinde hassasiyetle durulmuş muhtelif tarihlerde yasa ve tüzükler çıkarılmıştır. Ancak getirilen düzenlemelerle kişilerin mülkiyet hakları kısıtlanmakta ise, bu hükümlerin iptal edilmediği sürece, ileriye doğru sonuç doğurması gerekir.
Görüşmeler sırasında sit alanlarının zamanaşımı ile kazanılmasının yasa hükmü ile engellenmesinde kamu yararı bulunduğu, bu nedenle geçmişe etkili olarak yasa değişikliğinin uygulanması gerektiği ileri sürülmüştür. Ancak yukarıda da açıklandığı gibi hiçbir neden hukuk devletinde kazanılmış hakların geri alınması sonucunu doğuramaz. Unutulmamalıdır ki, kazanılmış hakkın korunması da kamu yararı ilkesi ile sıkı sıkıya bağlıdır.
Kazanılmış haklar, Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasa’nın 2.maddesinde 'Türkiye Cumhuriyeti Sosyal bir Hukuk Devletidir' hükmüne aykırı olacağı gibi, toplumsal kararlılığı ve hukuksal güvenceyi ortadan kaldıracağından belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez(Y.H.G.K.’nun 12.4.2006 gün ve 2006/21-104-174 sayılı ilamı, 12.7.2006 gün ve 2006/4-519-527 sayılı ilamı).
Nitekim, yukarıda sözü edilen Kıyı Kanunu, İmar Kanunu gibi kanunlar da kamu düzeni düşüncesi ile çıkarılan kanunlar olmasına rağmen yargısal içtihatlarla, kararlı bir şekilde kazanılmış haklar korunmuştur.
Öte yandan Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli hakkında Kanunun 1. maddesi Türk Medeni Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukuki sonuçlarına bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmiş ise kural olarak o kanun hükümlerinin uygulanacağı ilkesini getirerek kazanılmış hakların korunmasını yasal güvenceye almıştır.
Somut olayda, korunması gereken kazanılmış bir hakkın bulunup bulunmadığı meselesine gelince: Taşınmazın, üzerinde korunmaya değer doğal veya kültürel varlık bulunmayan birinci ve üçüncü derecede sit alanı olduğu, bu niteliği ile yasa değişikliğinden önce zamanaşımı ile kazanılacak yerlerden olup, davalının bu taşınmazda 1954 yılında başlayan zilyetliğinin kadastro tespitinin yapıldığı 2002 yılına kadar nizasız(davasız), aralıksız ve malik sıfatı ile devam ettiği ve kadastro tespitinde davalı adına çap oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Sonuç olarak, kadastro tespitinden önce zilyetlikle mülk edinme koşulları oluşmuştur. Bu nedenle, zamanaşımı ile kazanımı engelleyen yasa değişikliğinden önce kadastro tespiti yapılmamış veya senetsizden tescil davası açılmamış olsa bile, yasa değişikliğinden sonra, tespitte davalı adına yazılmasına veya açılacak bir tescil davasında zilyet adına tescile karar verilmesinde bir engel bulunmamaktadır. Çünkü zilyetliğin hukuksal sonuçları yasa değişikliğinden önce doğmuştur. Türk Medeni Kanununun 713. maddesinin beşinci fıkrasına göre; zilyetlik ile kazanım koşulları oluştuğunda, iddia ispatlandığı taktirde, mülkiyet, kadastro tespiti veya senetsizden tescil davasının sonucu ile değil, koşulların oluştuğu anda kazanılmaktadır. Bu niteliği ile bu konuda açılan tescil davaları inşai (kurucu) nitelikte olmayıp ihdasi (tespit edici) niteliktedir.
...
Tüm bu açıklamalar göz önüne alındığında; davalının kazanılmış hakkı korunarak davanın reddine karar verilmesi gerekirken, hukuksal ve yasal olmayan gerekçeler ile davanın kısmen kabulüne karar verilmesi yerinde değildir. Davalının bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının kabulü ile yerel mahkeme kararının bozulması gerekmektedir.''
31. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 17/6/2010 tarihli ve E.2010/761, K.2010/3310 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
''Dava; TMK. nun 713/1, 3402 sayılı Kanunun 14.maddesine dayalı iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
...
Diğer yönden dosyadaki bilgi ve belgelere göre; dava konusu 168 parsel, 20.06.2008 tarihinde4342 sayılı Kanunun 5.maddesi uyarınca İl Mera Komisyonu tarafından K. Köyü merası olarak tahsis edilmiştir. İl Mera Komisyon kararının iptali için süresinde bir dava açıldığı ileri sürülmediğine göre, tahsis kararının usulüne uygun olarak kesinleşmesi üzerine taşınmaz orta malı mera niteliğindeki kamu malına dönüşmüş olur.
...
Mahkemece yapılacak iş;... tespit tarihinden geriye doğru davacı lehine kazanma koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin duraksamaya yol açmayacak şekilde açıklığa kavuşturulması, teknik bilirkişi ve uzman ziraat bilirkişiden denetime elverişli rapor alınması, temyiz incelemesi sırasında göz önünde tutulmak üzere HUMK.nun 366. maddesi hükmü uyarınca tescil konusu taşınmaz ve çevresinin resimlerinin çektirilip mahkeme hakimi tarafından onaylandıktan sonra dosya arasına konulması, taşınmazın elbirliği mülkiyeti şeklinde olduğunun belirlenmesi halinde dava koşulu yönünden davanın reddine karar verilmesi, davacı lehine kazanma koşullarının gerçekleştiğinin tespiti halinde ise,dava konusu parsel mera olarak tahsis edilmekle kamu malına dönüştüğünden davacının mülkiyetinin tespitine karar verilmesi gerektiğinin nazara alınması, mevcut ve elde edilecek tüm deliller birlikte değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması olmalıdır. Mahkemece yukarıda açıklanan araştırmalar yapılmadan yasal ve yeterli olmayan gerekçelerle yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir.''
32. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 28/11/2006 tarihli ve E.2006/7162, K.2006/7374 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
''Maddi anlamda kesin hüküm HUMK.nun 237.maddesinde ve 3402 sayılı Kadastro Kanununun 34.maddesinde düzenlenmiş olup bu hükümlerin amacı mahkeme kararlarına karşı güveni sağlamak ve aynı zamanda kişiler arasındaki uyuşmazlıklara son vermektir. Maddi anlamda kesin hüküm, kamu düzeni ile ilgili olduğundan mahkemece doğrudan doğruya gözönünde bulundurulur. Maddi anlamda kesin hüküm taraflar arasında HUMK.nun 295.maddesi hükmü uyarınca kesin delil oluşturur ve bir daha aynı husus dava konusu yapılmaz.Kesin hüküm varlığından söz edilmesi için birinci dava ile ikinci davanın konusu, sebepleri ve tarafları aynı olmalıdır. Somut olayda; aynı davacılar, tespit maliklerinden Ali Öz’ün mirasçısı olan aynı davalı aleyhine, aynı taşınmaz bölümünü de kapsayan yer için, Kadastro Mahkemesine açtıklarıyukarıda belirtilen tespite itiraz davasında satın alma ve eklemeli zilyetlik nedenine dayanarak iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur. Kadastro Mahkemesince verilen hüküm taraflarca temyiz edilmeksizin 8.6.1996 tarihinde kesinleşmiştir. Anılan hüküm davacılar aleyhine kesin hüküm olduşturduğundan davanın reddine ilişkin kararda usul ve kanuna aykırılıkbulunmamaktadır.''
33. Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 26/9/2018 tarihli ve E.2016/2571, K.20018/5097 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
''Ancak, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 1. maddesi uyarınca kadastro hakimi doğru, infazı kabil, infaz sırasında tereddüt oluşturmayacak ve taşınmaz hakkında sicil oluşturmaya elverişli şekilde karar vermek zorundadır. Kadastro Mahkemesi sicil oluşturmak zorunda olduğuna ve çekişmeli 103 ada 11 parsel sayılı taşınmaza yönelik dava reddedildiğine göre taşınmazın uygulama tespiti gibi tesciline karar verilmesi gerekirken, taşınmaz hakkında tescil hükmü kurulmaması isabetsizvebozmanedeni isede;buhususun düzeltilmesiyeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, kararın hüküm fıkrasının 2. paragrafının 2. satırında yer alan 'uygulama tutanağının olağan yoldan kesinleştirilerek aynen tapu kütüğüne aktarılmak üzere Kadastro Müdürlüğüne iadesine' sözlerinin hükümden çıkarılarak yerine 'uygulama tespiti gibi tesciline' sözlerinin yazılmasına vehükmün DÜZELTİLMİŞ bu şekli ile ONANMASINA,26.09.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.''
B. Uluslararası Hukuk
34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak özerk bir yorum esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129).
35. AİHM, mülkiyet hakkına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD] (k.k.), B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52).
36. AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin anlamı kapsamında bir mülk ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir meşru beklenti de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; Pine Valley Developments Ltd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, §§ 34, 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31).
37. Bununla birlikte AİHM içtihatlarına göre temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kopecký/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti [BD] (k.k.), B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69). İç hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların ulusal mahkemelerce kesin olarak reddedildiği durumlarda meşru bir beklentinin bulunduğu sonucuna varılamaz (Kopecký/Slovakya, §§ 50, 52; Jantner/Slovakya, B. No: 39050/97, 4/3/2003, §§ 29-33).
38. AİHM içtihatlarında sıklıkla -her ne kadar anlaşılabilir olsa da- basit beklenti ile daha somut nitelikte olması ve hukuki bir düzenlemeye ya da iç hukukta yerleşik ve istikrarlı bir yargı kararına dayanması gereken meşru beklenti arasındaki fark vurgulanmaktadır (Kopecký/Slovakya, § 52; Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfi/Türkiye (k.k.), B. No: 22522/03, 9/12/2008).
39. AİHM, kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülkün edinildiği hâlde çeşitli gerekçelerle kişilerin elinden alındığının iddia edildiği şikâyetler yönünden de benzer bir yorum yapmaktadır. Bu bakımından AİHM, mülkiyet hakkının kapsamını belirlerken iç hukuktaki düzenlemeler ile yargısal uygulamaları gözeterek sonuca varmaktadır. Buna göre Türk hukukundaki mera, orman gibi alanların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla kazanılamayacağı yönündeki düzenlemeler nedeniyle başvurucuların bu taşınmazların mülkiyetini elde etmelerini sağlayabilecek bir meşru beklentinin doğmasının mümkün bulunmadığı kabul edilmiştir (Sarısoy ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 21303/07, 14/10/2014, § 35; Kadir Gündüz/Türkiye (k.k.), B. No: 50253/99, 18/10/2007; Nane ve diğerleri/Türkiye, B. No: 41192/04, 24/11/2009, §§ 25-28; Bölükbaş ve diğerleri/Türkiye, B. No: 29799/02, 9/2/2010, § 26; Usta/Türkiye (k.k.), B. No: 32212/11, 27/11/2012, § 44).
40. Bununla birlikte İpseftel/Türkiye (B. No: 18638/05, 26/5/2015) kararında farklı bir duruma işaret edilmiştir. AİHM, başvurucunun açtığı kadastro tespitine itiraz davasında derece mahkemelerinin zilyetliğe dayalı olarak mülk edinmeyi sağlayan kazandırıcı zamanaşımı hükümlerinin başvurucu lehine gerçekleştiği yönündeki tespitine dikkat çekmiştir. Ancak buna rağmen sonradan -yani kazandırıcı zamanaşımı koşulları gerçekleştikten sonra- dava konusu taşınmazın korunması gereken kültür varlığı olarak ilan edilmesi nedeniyle özel mülke konu olamayacağı gerekçesiyle başvurucunun davası reddedilmiştir. AİHM yine iç hukuktaki düzenlemelere ve derece mahkemelerinin tespitlerine yer verdikten sonra 4721 sayılı Kanun'un 713. maddesindeki mülk edinmeyi sağlayan kazandırıcı zamanaşımı koşulları gerçekleştikten sonra verilen idari ve yargısal kararlarla mülkiyetin kaybettirildiği sonucuna varmıştır. AİHM, mülkün değeriyle orantılı, makul bir tazminat da ödenmediğini gözeterek ölçülü olmadığı gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (İpseftel/Türkiye, §§ 48-69).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
41. Mahkemenin 24/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
42. Başvurucu, kadastro çalışmalarında Hazine adına tespit gören taşınmazı 1978 yılında önceki maliklerinden satın aldıktan sonra üzerine tek katlı kârgir ev inşa ettiğini veo tarihten beri burayı konut olarak kullandığını iddia etmektedir. Başvurucu, yargılama sırasında dinlenen yerel bilirkişi ve tanık beyanları ile keşif sonucu elde edilen teknik bilirkişi raporlarının da bu iddiasını doğruladığını savunmaktadır.
43. Başvurucu, anılan hususlarla uyuşmazlık konusu taşınmazın arkeolojik ve doğal sit alanı olarak ilanından önce zilyetlikle kazanma koşulları gerçekleştiğinden Hazine adına tespitine ve sonrasında mahkeme kararıyla tesciline karar verilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
44. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak 35. maddesi şöyledir:
''Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
45. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkün Varlığı
46. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru beklenti; makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37).
47. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp bir kanun hükmü, yerleşik bir yargısal içtihat veya ayni menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayalı beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28). Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tanım, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Bu çerçevede mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, §§ 49-54).
48. 4721 sayılı Kanun'un 705. maddesinin birinci fıkrasına göre taşınmazın mülkiyetinin kazanılması, kural olarak tescille olur. Somut olayda ise uyuşmazlık konusu taşınmaz yönünden başvurucunun bir tapu kaydının mevcut olmadığı açıktır. Bununla birlikte başvurucu, kanunda öngörülen zilyetlikle kazanma koşullarının gerçekleştiğini belirterek taşınmazın mülkiyetini kazandığını ileri sürmektedir.
49. Zilyetlik yargıtayca eşya üzerinde kurulan fiilî hâkimiyet olarak tanımlanmakta olup mevzuat ve Yargıtay içtihatlarına göre tapusuz taşınmazlarda zilyetliğin devri ile mülkiyet alıcıya geçmektedir (bkz. § 24). Somut olayda başvurucunun kadastro öncesinde tapusuz olan uyuşmazlık konusu taşınmazın zilyedi olduğu ve derece mahkemelerinin içtihatları uyarınca taşınmazın tapuda adına tescil edilmesi hususundaki beklentisinin meşru bir temele dayandığı tartışmasızdır. Bu itibarla somut olay bakımından başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında korunması gereken bir menfaatinin mevcut olduğu değerlendirilmiştir.
b. Müdahalenin Varlığı
50. Anayasa’nın 35. maddesi ve mülkiyet hakkına temas eden hükümler içeren diğer hükümleri dikkate alındığında Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Bu maddenin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).
51. Başvuru konusu olayda başvurucunun zilyetlikle kazanma koşullarına sahip olduğu taşınmazın niteliği, idare tarafından değiştirilerek bu yolla kazanılmaya engel olacak şekilde arkeolojik sit alanı içine alınmış ve tespitin iptaliyle adına tapuya tescil talebi de reddedilmiştir. Dolayısıyla kamu makamlarınca yapılan bu işlemlerin başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır. 4721 sayılı Kanun'un 713. maddesinin (5) numaralı fıkrası uyarınca zilyetlikle kazanma koşullarının gerçekleştiği tarih itibarıyla taşınmaz mülkiyetinin kazanıldığı kabul edilmesine karşın sonradan bu koşullarda yapılan değişikliğe dayalı olarak başvurucunun mülkünden yoksun bırakıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan ve mülkiyetin kamu yararına kullanılmasının kontrolünü veya düzenlenmesini aşan nitelikteki söz konusu müdahalenin türünün yoksun bırakma niteliğinde olduğu açıktır (İpseftel/Türkiye, §§ 60-62).
c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
52. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
''Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
53. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
i. Kanunilik
54. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt hukuka dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin hukuka dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).
55. Somut olayda taşınmazın başvurucu adına tapuya tescil edilmemesinin temel gerekçesi, 2863 sayılı Kanun'un 11. maddesi uyarınca birinci ve ikinci derece sit alanı içinde kalan yerlerin zilyetlikle kazanılamayacağına ilişkin kanun hükmünden kaynaklanmaktadır. Anayasa Mahkemesinin hukuk kurallarının uygulanmasına yönelik şikâyetler bakımından görevi, bireysel başvurunun ikincillik doğası gereği sınırlıdır. Somut olayda da müdahalenin niteliğini dikkate alan Anayasa Mahkemesi, hukukun uygulanmasına dair kamusal makamların yaklaşımının Anayasa'nın 35. maddesindeki gereklilikleri karşılayıp karşılamadığı konusunda müdahalenin takip edilen meşru amacı gerçekleştirmede başarılı olup olmadığını sorgulayarak sonuca varacaktır.
ii. Meşru Amaç
56. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı verdiğinden, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, § 53).
57. Anayasa'nın 63. maddesinde; tarih, kültür ve tabiat varlıklarının önemine değinilmiş ve korunması konusunda alınacak önlemlere yer verilmiştir. Ülkenin sahip olduğu kültürel ve doğal güzelliklerin korunması, gelecek nesillere aktarılması ve bu varlıkların ülke ekonomisinde önemli bir yer tutan turizm yönünden değeri dikkate alındığında bu nitelikteki yerlerin özel mülkiyete konu edilmesinin yasaklanmasında kamu yararının olduğu ve müdahalenin bu nedenle meşru bir amacı içerdiği anlaşılmaktadır.
iii. Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
58. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacın gerçekleştirilmesi için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.
59. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
60. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin orantılılığını değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60; Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, § 71).
61. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda sağlandığından söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili, esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
62. Başvurucu, zilyetlik ile iktisap koşullarının sit alanı ilanından çok önce oluştuğunu ancak taşınmazın kadastro çalışmalarında Hazine adına tespit gördüğünü belirtmiştir. Taşınmazın sonradan sit alanı olarak ilan edilmesinin kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği veya başka bir mülkiyet belgesiyle edinilmesine engel olmadığını ifade eden başvurucu, açmış olduğu kadastro tespitine itiraz davasında zilyetlikle kazanma koşullarının dikkate alınmamasından yakınmaktadır. Başvurucu tarafından derece mahkemelerine sunulan dava dilekçesinde Yargıtay HGK tarafından verilen 12/4/1995 tarihli karara atıfta bulunulmuş ve iddialarına dayanak olarak gösterilmiştir. Son olarak başvurucu verilen karar nedeniyle zarar gördüğünü iddia etmiştir.
63. Konu hakkında Kadastro Mahkemesince yapılan keşifte dinlenen yerel bilirkişiler ile başvurucunun bildirmiş olduğu tanıklar, uyuşmazlık konusu taşınmazın kadimden beri kişilerin zilyetliğinde olup satın alma yoluyla başvurucuya geçtiğini belirtmiştir. Her iki tarihli keşfe iştirak eden teknik bilirkişilerin düzenlemiş olduğu raporlar da benzer içeriğe sahiptir. Esas olarak derece mahkemelerinin de tespiti bu yöndedir.Ancak 2863 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (1) numaralı fıkrasının emredici hükmü uyarınca taşınmazın başvurucu adına tapuya tescili mümkün olmamıştır.
64. Diğer taraftan benzer uyuşmazlıklarla ilgili olarak Yargıtay HGK tarafından çeşitli tarihlerde kararlar verilmiştir. Yargıtay HGK tarafından verilen 12/4/1995 tarihli karara göre taşınmazın sit alanı içinde kalması zilyetlik ile iktisap edilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Yargıtay HGK tarafından 27/2/2007 tarihinde verilen kararda da zilyetlik ile kazanım koşulları oluşmuş ise mülkiyetin kadastro tespiti veya senetsizden tescil davasının sonucu ile değil koşulların oluştuğu anda kazanıldığı ifade edilmiştir (§ 30).
65. Somut olayda ise sit alanı olan taşınmazın zilyetlikle iktisabının 2863 sayılı Kanun'un 11. maddesine göre mümkün olmaması nedeniyle derece mahkemelerince davanın reddine karar verilmiştir.
66. Sonuç olarak taşınmazın sit alanı ilan edildiği tarihe kadar zilyetlikle kazanma koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğine ilişkin olarak Yargıtay HGK tarafından ortaya konulan tespitler ve başvurucunun buna ilişkin sunmuş olduğu iddialar derece mahkemelerince dikkate alınmamıştır.
67. Bu durumda somut olayda derece mahkemeleri kararlarının başvurucunun davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyette olan iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte yeterli ve uygun bir gerekçe içermediği anlaşılmaktadır. Nihayetinde başvuruya konu davada başvurucu, taşınmazın sonradan sit alanı olarak ilan edilmesinin kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği yoluyla edinilmesine engel olmadığını ve buna bağlı olarak iddialarının Yargıtay HGK kararıyla da tevsik edildiğini ileri sürerek iddialarını somut bir temele dayandırmıştır. Ancak mahkeme kararında başvurucunun iddia ve itirazlarının dayandığı olgular karşılanmamıştır.
68. Buna göre idari ve yargısal sürecin bütününe bakıldığında mülkiyet hakkının korunmasında usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirilmediği, başvurucunun bu güvencelerden yararlandırılmadığı sonucuna varılmıştır. Bu sebeple mülkiyet hakkı ile müdahalenin dayandığı kamu yararı arasında olması gereken adil denge başvurucu aleyhine bozulmuş olup mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçüsüzdür.
69. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
70. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesi'nin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
71. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).
72. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
73. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).
74. Buna göre Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).
75. Başvurucu tazminat ve yeniden yargılama yapılması talebinde bulunmuştur.
76. Somut olayda; başvurucunun zilyetlikle kazanma koşulları gerçekleşen ancak arkeolojik sit alanı ilan edilen taşınmazın Hazine adına tescili nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetine yönelik olarak başvuru konusu Kadastro Mahkemesi kararının başvurucunun -davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyette olan ve Yargıtay HGK kararları yoluyla da tevsik edilmiş olan- iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte yeterli ve uygun bir gerekçe içermediği, kadastro tespiti işlemine karşı mülkiyet hakkının korunması bağlamında usule ilişkin güvencelerden başvurucunun yararlandırılmadığı tespit edilmiştir.
77.Bu durumda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan farklı ve bireysel başvuruya özgü bir düzenleme içeren 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
78. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyethakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Cide Kadastro Mahkemesine (E.2012/6, K.2013/49) GÖNDERİLMESİNE,
D. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 24/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
-
Ortaklığın Giderilmesi Uyuşmazlıklarındaki Dava Şartı Arabuluculuğa İlişkin Hükmün İptali Talebi AYM Tarafından Oyçokluğuyla Reddedildi
-
Tarih: 02.10.2024
-
-
Pergole Ruhsata Tabi Olmadığından Yıkım ve Para Cezasına İlişkin Encümen Kararı Hukuka Aykırıdır
-
Tarih: 01.10.2024
-
-
Defter, Kayıt ve Belgelerin İbraz Edilmemesi Hâlinde Bir Vergi Ziyaı Oluşmaması ve Tarh Edilen Vergi ve Vergi Aslına Bağlı Olarak Kesilen Bir Cezanın Da Bulunmaması Sebebiyle 7394 Sayılı Kanun Gereği Alt Sınırdan Tayin Edilen Temel Ceza Üzerinden Yarı Oranında İndirim Yapılması Gerekmektedir
-
Tarih: 20.09.2024
-
-
Dava Açma Sürelerini Düzenleyen, Son Derece Karışık ve Dağınık Olan Bir Mevzuatın Aşırı Şekilci (katı) Yorumu Mahkemeye Erişim Hakkını İhlal Edebilir
-
Tarih: 17.07.2024
-
-
Uyuşmazlığın Sonucuna Etkili İddia ve İtirazların Dikkate Alınmaması Gerekçeli Karar Hakkını İhlal Eder
-
Tarih: 10.07.2024
-
-
Tek Dosyada Birleştirilerek Karara Bağlanan Davalarda Tek Vekâlet Ücretine Hükmedilmesi Gerekir
-
Tarih: 28.06.2024
-
-
Arabuluculuk İlk Toplantısına Katılınmazsa Uygulanan Yaptırım İptal Edildi
-
Tarih: 23.06.2024
-
-
Enflasyon Karşısında Alacaklıya Faiz Koruması
-
Tarih: 18.04.2024
-
-
Parselasyon Yapılırken Uygulama İmar Planına ve Mevzuata Uygun Şekilde Düzenleme Sınırı Belirlenmelidir
-
Tarih: 14.03.2024
-
-
6306 Sayılı Kanun Kapsamında Riskli Yapı Malikleri Tarafından Üçüncü Kişilere Yapılan İlk Satış İşlemlerine İlişkin Olarak Malik Adına Tahakkuk Eden Tapu Harcının İstisna Hükümleri Kapsamında Değerlendirilmesi Mümkün Değildir
-
Tarih: 07.03.2024
-