• Tarih: 08.07.2024
  • Yazar: Av. Arb. Dr. Y.Burak ASLANPINAR

İcrada Fazla Ödenen KDV Şikayet Yoluyla Her Zaman İstenebilir

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BÜLENT GÜVEN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/7966)

 

Karar Tarihi: 2/4/2024

R.G. Tarih ve Sayı: 8/7/2024-32596

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Yılmaz AKÇİL

Raportör

:

Mehmet Sadık YAMLI

Başvurucu

:

Bülent GÜVEN

 

BAŞVURUNUN KONUSU

Başvuru, ortaklığın satış yoluyla giderilmesi sırasında satıştan fazla katma değer vergisi tahsil edildiği iddiasıyla yapılan şikâyetin süre aşımı gerekçesiyle reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

BAŞVURU SÜRECİ

Başvuru 14/3/2019 tarihinde yapılmıştır.

Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

Pazar (Rize) Sulh Hukuk Mahkemesi 30/3/2012 tarihli ve E.2011/482, K.2012/151 sayılı kararıyla çok sayıdaki taşınmazda ortaklığın satış yolu ile giderilmesine karar vermiştir.

Pazar Sulh Hukuk Mahkemesi Satış Memurluğunun (Satış Memurluğu) 2013/7 numaralı dosyasında satış işlemleri yürütülmüştür. Bu bağlamda başvuruya dayanak satış 4/8/2014 tarihinde ilan edilmiş ve başvurucuya 15/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

Başvurucu 24/9/2014 havale tarihli dilekçesiyle, hissedarı ve müşterek ihale alıcısı olduğu bu taşınmazlardan 189 ada 10 parsel ile 190 ada 3 numaralı parsellerde bulunan taşınmazların konut niteliğinde olması nedeniyle katma değer vergisinin (KDV) %18 yerine %1 oranında hesaplanmasını talep etmiştir. Satış Memurluğu, aynı günlü işlemle talebi reddetmiştir. Ret gerekçesinde, bahçe ve tarla vasıflı taşınmazların KDV oranının %18 olduğunu satış ilanında ve şartnamesinde %18 olarak gösterildiğini belirtmiştir. Satış Memurluğunun bu işlemine karşı başvurucunun herhangi bir başvurusuna dosyada rastlanmamıştır.

Satışın kesinleşmesiyle başvurucunun KDV'yi 10/10/2014 tarihinde %18 oranında ihtirazi kayıtla ödediği anlaşılmıştır.

Bu arada Y. Güven isimli bir başka müşterek alıcı, 7/11/2014 tarihinde Pazar Vergi Dairesi Müdürlüğüne başvurarak söz konusu satış sırasında fazla KDV tahsil edildiğini belirterek bunun iadesini istemiştir. Vergi Dairesi Müdürlüğü 3/12/2014 tarihli işlemle söz konusu satışlarda mükellefin satışı düzenleyen kişi olduğunu belirterek istemi reddetmiştir.

Vergi dairesine bir başvurusunun olmadığı anlaşılan başvurucu, 190 ada 3 numaralı parseldeki taşınmaz için 10/10/2014 tarihinde ödediği KDV'nin iadesine karar verilmesi istemiyle 7/11/2014 tarihinde Ankara 3. Vergi Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde KDV'nin yansıtılabilir özelliği nedeniyle alıcı olarak mükellef durumunda olduğunu, taşınmazda iki bağımsız bölüm bulunduğunu ve bunların ayrı girişleri olması nedeniyle metrekarelerinin ayrı ayrı hesaplanması gerektiğini, buna göre yüz ölçümü 150 m²den az olacağından %1 KDV hesaplanması gerektiğini ileri sürmüştür. Dava dilekçesinde davalı olarak "Maliye Bakanlığına izafeten Rize Pazar Vergi Dairesi" gösterilmiştir. Dava konusu olarak "hatalı hesaplanan katma değer vergisinin düzeltilmesi ve iadesi" belirtilmiştir.

Ankara 3.Vergi Mahkemesi 11/11/2014 tarihli kararıyla, dava konusu tahakkuk ve tahsil işlemini yapan idarenin Pazar Vergi Dairesi olması nedeniyle yetkili mahkemenin Trabzon Vergi Mahkemesi olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı vermiştir.

Yetkisizlik kararı üzerine dosyayı inceleyen Trabzon Vergi Mahkemesi ise 15/12/2014 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir. Gerekçede, davacının icra yoluyla satın aldığı taşınmazın niteliğinde hataya düşülerek yanlış hesaplandığı ileri sürülen ve ihtirazi kayıtla ödenen vergilerin iadesi istemiyle dava açıldığını ancak vergi hatası kapsamında bir düzeltme ve şikâyet başvurusu bulunmadığını, davanın doğrudan İcra Müdürlüğü tarafından yapılan satış işlemine ilişkin olduğunun anlaşıldığını belirtmiştir. Ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesinin 27/1/2014 tarihli ve E.2014/47, K.2014/56 sayılı kararına (bkz. aşağıda § 25) atıf yaparak davada adli yargının -icra mahkemelerinin- görevli olduğunu ifade etmiştir.

Başvurucu, Trabzon Vergi Mahkemesinin 15/12/2014 tarihli görevsizlik kararı sonrası 28/1/2015 tarihinde Pazar İcra Hukuk Mahkemesine başvurmuştur. Pazar İcra Hukuk Mahkemesi 26/5/2015 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra İflas Kanunu'nun 4. maddesine yer vererek davanın icra memurunun muamelesini şikâyet davası olup davanın Pazar Sulh Hukuk Mahkemesince verilen karar gereğince yapılan satış işleminden kaynaklandığını, dolayısıyla Pazar Sulh Hukuk Mahkemesinin görevli olduğunu belirtmiştir.

Bunun üzerine başvurucunun davası Pazar Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2015/574 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Pazar Sulh Hukuk Mahkemesi 14/2/2018 tarihli kararıyla şikâyeti reddetmiştir. Gerekçede, 2004 sayılı Kanun'un 16. maddesine dikkat çekerek anılan maddeye göre şikâyetin yedi gün içinde yapılması gerektiğini, olayda ise şikâyete konu gayrimenkulleri içeren satış ilanının 4/8/2014 tarihinde yapıldığını ve ilanın başvurucuya 15/8/2014 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edildiğini, şikâyetin ise Pazar İcra Hukuk Mahkemesine 28/1/2015 tarihinde yapıldığını, dolayısıyla şikâyette süre aşımı bulunduğunu ifade etmiştir.

Başvurucu, istinaf başvurusunda bulunmuştur. Dilekçesinde diğer iddialarının yanı sıra 2004 sayılı Kanun'un 16. maddesinin ikinci fıkrasındaki “Bir hakkın yerine getirilmemesinden veya sebepsiz sürüncemede bırakılmasından dolayı her zaman şikâyet olunabilir." kuralına ve Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin benzer bir uyuşmazlıkta verdiği 17/12/2015 tarihli ve E.2015/17111, K.2015/32048 sayılı kararına (bkz. § 23) dikkat çekerek başvurusunun süresinde olduğunu ileri sürmüştür.

İstinaf talebini inceleyen Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 19/12/2018 tarihli ve E.2018/2401, K.2018/3116 sayılı kararıyla istinaf isteminin esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Gerekçede, ihale ilanının 15/8/2014 tarihinde usulüne uygun tebliğ edildiğini, satış ilanının usulsüz tebliğ edildiğine yönelik itirazı olmayan davacının bu tarih itibarıyla satılması düşünülen taşınmazlar için KDV oranının %18 olarak belirlendiğini öğrendiğini ancak eldeki davayı 2004 sayılı Kanun'un 16. maddesinde yer alan yedi günlük şikâyet süresini geçirdikten sonra 28/1/2015 tarihinde Pazar İcra Hukuk Mahkemesinde açtığını, dolayısıyla şikâyetin süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığını belirtmiştir

Karar 15/2/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 14/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

İLGİLİ HUKUK

Kanun Hükümleri

2004 sayılı Kanun’un 16. maddesi şöyledir:

"Kanunun hallini mahkemeye bıraktığı hususlar müstesna olmak üzere İcra ve İflas dairelerinin yaptığı muameleler hakkında kanuna muhalif olmasından veya hadiseye uygun bulunmamasından dolayı icra mahkemesine şikayet olunabilir. Şikayet bu muamelelerin öğrenildiği tarihten yedi gün içinde yapılır.

Bir hakkın yerine getirilmemesinden veya sebepsiz sürüncemede bırakılmasından dolayı her zaman şikayet olunabilir."

6/1/1982 tarihli ve 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun 'un "Vergi Mahkemelerinin görevleri" kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:

"Vergi mahkemeleri:

a) Genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim ve harçlar ile

benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davaları,

b) (a) bendindeki konularda 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında

Kanunun uygulanmasına ilişkin davaları,

c) Diğer kanunlarla verilen işleri,

Çözümler. "

İçtihat

Başvurucunun istinaf aşamasında dayandığı Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 17/12/2015 tarihli ve E.2015/17111, K.2015/32048 sayılı kararı şöyledir:

"İhale alıcısı olan şikayetçi vekili icra mahkemesine başvurusunda, satışı yapılan gemi için hesap edilen %18 KDV'yi (77.400,00TL) ödediklerini, geminin satın aldığı tarihte hurda vasfında olduğunu, müvekkilinin söküm işlemlerini tamamlayarak hurdaya ayırmış olduğu bu geminin 3065 sayılı Kanun'un 17/4-g maddesi kapsamında katma değer vergisi istisnasına tabi olduğunu ileri sürerek bu yöndeki taleplerinin icra müdürlüğünce reddedildiğini beyanla sözkonusu ret kararının iptalini talep ettiği, mahkemece yasal 7 günlük sürede yapılmadığı gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

İcra memurunun işleminin yasaya veya olaya uygun bulunmaması nedeniyle icra mahkemesine başvurularak şikayet yolu ile kaldırılmasının istenmesi, İİK'nun 16/1. maddesi gereğince şikayete konu işlemin öğrenildiği günden itibaren kural olarak 7 günlük süreye tâbidir. Bu kuralın iki önemli istisnası vardır:

1-İİK'nun 16/2. maddesi gereğince bir hakkın yerine getirilmemesinden veya sebepsiz sürüncemede bırakılmasından dolayı her zaman şikayet yoluna başvurulabilir. Bu hükmün amacı, ilgilileri icra memurunun bir hakkı yerine getirmekten kaçınmasına karşı korumaktır.

2-Kamu düzenine aykırı olan işlemlere karşı da süresiz şikayet yoluna gidilebilir. Anılan ilke doktrinde benimsenmiş ve Yargıtay uygulamalarında da kabul edilmiştir.

Somut olayda, şikayet konusu uyuşmazlık, icraen ihalesi yapılan geminin satışının KDV'den istisna olup olmadığı ve bu satış nedeni ile icra dairesince alıcıdan KDV alınmasının yasaya uygun olup olmadığı ile ilgili olup bir hakkın yerine getirilmemesine ilişkin olduğundan İİK'nun 16/2. maddesi uyarınca şikayet süreye tâbi değildir.

O halde mahkemece, gerektiğinde bilirkişi incelemesi de yaptırılmak suretiyle şikayetin esasının incelenerek, oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, istemin süre aşımı nedeniyle reddi isabetsizdir."

Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 26/5/2016 tarihli ve E.2016/6731, K.2016/14916 sayılı kararı şöyledir:

"Taşınırı ihalede satın alan üçüncü kişi ihale alıcısının icra mahkemesine başvurusunda, KDV'nin %1 oranında tahakkuk ettirilmesi gerekirken %18 olarak uygulanmasının doğru olmadığını ileri sürerek icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece istemin süre aşımından reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

İcra memurunun işleminin yasaya veya olaya uygun bulunmaması nedeniyle icra mahkemesine başvurularak şikayet yolu ile kaldırılmasının istenmesi, kural olarak (7) günlük süreye tabidir. Şikayet süresi, şikayet konusu işlemin öğrenildiği günden başlar (İİK.nun 16/1). Bu kuralın iki önemli istisnası vardır:

1-Bir hakkın yerine getirilmemesinden veya sebepsiz sürüncemede bırakılmasından dolayı her zaman şikayet olunabilir (m.16/2). Bu hükmün amacı, ilgilileri icra memurunun bir hakkı yerine getirmekten kaçınmasına karşı korumaktır.

2-Kamu düzenine aykırı olan işlemlere karşı da süresiz şikayet yoluna gidilebilir. Anılan ilke doktrinde benimsenmiş ve Yargıtay uygulamalarında da kabul edilmiştir.

Somut olayda olduğu gibi yasanın emredici kuralından kaynaklanan vergi, resim, harç ile ilgili uygulamalar bir hakkın yerine getirilmemesi ile ilgili bulunduğundan, bu husus hakkında İİK'nun 16/2. maddesi gereğince süresiz şikayet hakkı vardır. Şikayetçinin yukarıda açıklanan başvurusu bir hakkın yerine getirilmemesine ilişkin olup İİK'nun 16/2. maddesi gereğince süresizdir.

O halde, mahkemece şikayetin esasının incelenerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken istemin süre aşımı nedeni ile reddi isabetsizdir."

Vergi Mahkemesinin gerekçesinde dayandığı Uyuşmazlık Mahkemesinin 27/1/2014 tarihli ve E.2014/47, K.2014/56 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Dava, Sakarya İli, Serdivan İlçesi ... parselde kayıtlı ... taşınmazda 500/1455 arsa paylı, zemin + 1 Kat ve Çatı Katı 1 bağımsız bölüm numaralı tripleks dükkan vasıflı taşınmazın, Sakarya 5. İcra Müdürlüğü’nün 2010/1068 talimat sayılı dosyasında yapılan 05.04.2012 tarihli ihalesi neticesinde davacıya satışı sonrasında, taşınmazın satış bedeli üzerinden KDV ve Damga Vergisi alınmamasına yönelik başvurusunun reddine dair Sakarya 5. İcra Müdürlüğü’nün işleminin iptali ile ödenen vergilerin iadesi istemiyle açılmıştır.

Dosya kapsamında yapılan incelemede; Sakarya 5. İcra Müdürlüğü’nün 2010/1068 talimat sayılı dosyasında, ihale alıcısı Yapı ve Kredi Bankası AŞ vekilinin 05.04.2012 tarihinde 230.000,00 TL bedelle ihaleden almış oldukları taşınmazın KDV ve İhale Damgadan istisna olduğundan bahisle İhale Damga ve KDV alınmamasını talep ettiği, icra müdürlüğünün ise, talebin reddi ile davacı vekiline KDV, İhale Damga ve Tellaliye harcını yatırmak üzere ihalenin kesinleşmesinden itibaren 7 gün süre verilmesine karar verildiği anlaşılmıştır. ...

Bu durumda; 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 'Kanunun Şümulü' başlıklı 1. maddesinde, bu kanun hükümlerinin ikinci maddede yazılı olanlar dışında, genel bütçeye giren vergi, resim ve harçlar ile il özel idarelerine ve belediyelere ait vergi, resim ve harçlar hakkında uygulanacağı belirtilmiş, 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanunun 'Vergi Mahkemelerinin Görevleri' başlıklı 6. maddesinde, Vergi Mahkemelerinin genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davalarla, bu konularla ilgili olarak 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasına ilişkin davaları ve diğer kanunlarla verilen işleri çözümleyeceği hükmüne yer verilmiş ise de; İcra Müdürlüğü tarafından yürütülen takip sonucu vergi alınması işleminin, kanuna aykırılığı iddiasının şikayet yolu ile İcra Mahkemesinde çözümleneceği; Mahkemenin incelemeyi, söz konusu icra dosyası üzerinden yaparak, anılan işlemin Kanuna uygun olup olmadığı hususunda karar vereceği kuşkusuzdur. Adli yargılamanın bir parçasını oluşturan bu uyuşmazlığın, İcra Müdürlüğünün tesis ettiği bir işlemden kaynaklandığı gözetildiğinde, bu işlemin yasaya uygun olup olmadığının adli yargı yerince çözümlenmesinin gerektiği sonucuna varılmıştır."

Uyuşmazlık Mahkemesinin 24/2/2020 tarihli ve E.2020/46, K.2020/114 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Mevzuat hükümleri ile somut olay birlikte irdelendiğinde, İcra Müdürlüğü tarafından yürütülen takip kapsamında yapılan ihale sonucunda satılan taşınmaza ilişkin, icra müdürlüğünce hesaplanan % 18 oranında KDV ödenmesine dair kararın kanuna aykırılığı iddiasının şikayet yolu ile İcra Mahkemesinde çözümleneceği, mahkemenin incelemeyi, söz konusu icra dosyası üzerinde yaparak, anılan işlemin kanuna uygun olup olmadığı hususunda karar vereceği kuşkusuzdur. Adli yargılamanın bir parçasını oluşturan bu uyuşmazlığın, İcra Müdürlüğünün tesis ettiği bir işlemden kaynaklandığı gözetildiğinde, bu işlemin yasaya uygun olup olmadığının adli yargı yerince çözümlenmesinin gerektiği sonucuna varılmıştır."

Uyuşmazlık Mahkemesinin 28/2/2022 tarihli ve E.2021/524, K.2022/120 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"14. Dava, davacı tarafından Urla Sulh Hukuk Mahkemesi Satış Memurluğunun 2020/2 sayılı dosyasında yapılan açık artırma usulü ihale sonucu satılan taşınmaza ilişkin olarak %1 yerine %18 alındığı ileri sürülen KDV'nin fazlaya ilişkin kısmının iadesine karar verilmesi istemiyle tahsil işlemini gerçekleştiren vergi dairesine karşı açılmıştır.

Somut olayda ihale yoluyla satışı yapılan taşınmaza ilişkin olarak tahakkuk ettirilen %18 oranlı KDV’nin vergi dairesince tahsil edildiği noktasında tartışma bulunmamaktadır. Bu durumda, satış memurluğunun vergi sorumlusu sıfatı sona ermiş, verginin iadesinin muhatabı vergi dairesi olmuştur. Bu kapsamda açılan davada da, 3065 sayılı Kanun hükümleri gereğince katma değer vergisine ilişkin uyuşmazlığın görüm ve çözümü görevi, 2576 sayılı Kanun uyarınca idari yargı içerisinde yer alan vergi mahkemelerine ait bulunmaktadır.

Bununla birlikte, somut olayda da uygulanması mümkün görünen (§ 8-9), icra mahkemelerinin ‘istihkak davaları’ ile ‘ihalenin feshi davalarına’ ilişkin kararları dışındaki takip hukukuna ilişkin (memur işlemini şikayet, haciz, satış vb.) kararları maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmemektedir (§ 7). Dolayısıyla, somut olaydaki gibi KDV’nin tahsilini gerçekleştiren vergi idaresinin olası şikayet davasının tarafı olmaması ve mahkemece şikayet konusu hakkında verilecek kararın maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmemesi nedeniyle, KDV’nin oranı yönünden Sulh Hukuk Mahkemesince verilecek kararın icrailiği de tartışmalı hale geleceğinden ‘memur işlemini şikayet davası’ sürecinin uyuşmazlık konusu olaya uygulanması mümkün görünmemektedir.

Bu durumda, söz konusu katma değer vergisinin %1 orandan fazlasının iadesi istemine ilişkin davada vergi mahkemesinin görevli olduğu anlaşılmıştır."

Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 16/3/2023 tarihli ve E.2022/9025, K.2023/1747 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... Uyuşmazlık, kesinleşen ihalede fazla ödendiği ileri sürülen KDV'nin iadesi istemine ilişkindir. ...

Somut olayda; Katma Değer Vergisi’nin tahsil edildiği noktasında tartışma bulunmamaktadır. Bu bağlamda verginin iadesinin muhatabı vergi dairesi olmuştur. Bu kapsamda açılan davada da; 3065 sayılı Kanun hükümleri gereğince katma değer vergisine ilişkin uyuşmazlığın görüm ve çözümü görevi, idari yargı içerisinde yer alan Vergi Mahkemelerine ait bulunmaktadır. Nitekim Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 2021/524 Esas, 2022/120 Karar no ve 28.02.2022 tarihli kararı da aynı doğrultudadır.

O halde mahkemece yargı yolunun caiz olmaması nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken işin esasının incelenerek yazılı şekilde hüküm kurulması, istinaf başvurusu üzerine de Bölge Adliye Mahkemesince, başvurunun esastan reddine karar verilmesi isabetsiz olup İlk Derece Mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir."

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21/1/2020 tarihli ve 2019/12-518, 2020/37 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"15. Şikâyet İİK'nın 16, 17 ve 18. maddelerinde düzenlenmiştir. Şikâyet icra ve iflas dairelerinin, kanuna aykırı olan veya hadiseye uygun bulunmayan işlemlerinin iptali veya düzeltilmesi veya yerine getirilmeyen veya sebepsiz sürüncemede bırakılan bir hakkın yerine getirilmesi için icra takibinin taraflarına veya hukuki yararı bulunan diğer kişilere tanınmış kendine özgü bir kanun yoludur (Kuru, B.: İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, Ankara 2013, s. 103). Şikâyeti medeni usul hukukunda yer alan hiçbir dava çeşidi içine sokmak mümkün değildir (Pekcanıtez, H./ Simil, C.: İcra ve İflas Hukukunda Şikâyet 2. B., İstanbul 2017, s. 49). Şikâyet konusunu idari işlemler oluşturduğundan, şikâyet medeni usul hukuku anlamında bir dava değildir. Şikâyette kişiler arasında uyuşmazlık yoktur. Şikâyet ile icra ve iflas memurlarının işlemlerinin kanuna veya olaya aykırılığı ileri sürülür. Takibin esasını oluşturan uyuşmazlığın maddi hukuk açısından incelenmesi ve bunun hakkında karar verilmesi şikâyette mümkün değildir. Şikâyete konu işlemin iptalini talep eden kişinin takibin diğer taraflarına karşı ileri sürebileceği bir sübjektif hakkı yoktur. Medeni usul hukukundaki davada davacı ve davalı olmak üzere iki taraf yer alır. Davanın konusunu tarafların sübjektif hakları oluşturur. Örneğin eda davası söz konusu ise dava kabul edildiğinde davalı bir şeye mahkûm edilir. Şikâyet hakkında verilen kararlar maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmez. Dava sonunda verilen kararlar ise kesin hüküm teşkil eder ve aynı konuda ve aynı taraflar arasında yeniden dava açılamaz. İİK'nın 16. maddesine göre icra ve iflas dairesi işlemlerine karşı şikâyet yoluna ancak kanunun çözümünü mahkemeye bırakmadığı konularda (örneğin İİK'nın 142. maddesi uyarınca sıra cetveline itiraz davası) gidilebilir. Kanun koyucunun bazı hâllerde şikâyet yolunu kapalı tutmasının nedeni, takibe bağlı maddi hukuka ilişkin sorunların mahkemelere bırakılması düşüncesidir (Pekcanıtez, s. 31)."

İNCELEME VE GEREKÇE

Anayasa Mahkemesinin 2/4/2024 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

Başvurucu, vergi mahkemelerinin görev alanına giren davasını otuz günlük dava açma süresi içinde açtığı hâlde davasının içtihat yoluyla adli yargıda ve yedi günlük süreye tabi tutularak görülmesinin kanuni dayanağının bulunmadığını iddia etmiştir. Davasının adli yargıda görülmesi hâlinde dahi Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin benzer uyuşmazlıklardaki içtihadına göre davanın yedi günlük süreye tabi olmadığını belirterek hukuki güvenlik ilkesine aykırı şekilde süre aşımı gerekçesiyle davasının reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, bu durumun aynı zamanda gerekçeli karar hakkını da ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

Değerlendirme

Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

İncelemenin Kapsamı Yönünden

Başvurucu öncelikle davasının vergi mahkemesi yerine adli yargıda görülmesinden şikâyet etmektedir.

Başvuruya konu ortaklığın satış yoluyla giderilmesi kapsamında satış 4/8/2014 tarihinde ilan edilmiş ve başvurucuya 15/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bu dönemdeki Uyuşmazlık Mahkemesi kararları incelendiğinde icra daireleri tarafından yapılan satışlardaki KDV ile ilgili uyuşmazlıkların çözümünde görevli yargı kolunun hangisi olduğu konusunda ihtilaf yaşandığı görülmüştür. Bir yandan satışın 2004 sayılı Kanun kapsamında yapılması nedeniyle icra müdürlüğünün/satış memurluğunun işlemlerini şikâyet yoluyla inceleyen adli yargı kolundaki mahkemelerin görevli olduğu savunulduğu gibi diğer yandan özellikle KDV ödendikten sonra tahsil edilen bu verginin hukuka uygunluğunu incelemeye 2576 sayılı Kanun kapsamında kurulan vergi mahkemelerinin görevli olduğu da savunulmuştur.

Bu tartışmalarla birlikte Uyuşmazlık Mahkemesinin anılan dönemden 28/2/2022 tarihine kadarki içtihadının söz konusu uyuşmazlıklara adli yargı kolu içinde bakılması yönünde olduğu anlaşılmıştır (bkz. §§ 25, 26). Uyuşmazlık Mahkemesi, 28/2/2022 tarihli kararıyla birlikte özellikle KDV ödendikten sonra iadesi istemiyle açılan davaların idari yargı kolundaki vergi mahkemeleri tarafından görüleceği yönünde içtihadını değiştirmiştir (bkz. § 27). Söz konusu içtihat sonrasında Yargıtayın da bu yönde karar verdiği görülmüştür (bkz. § 28).

Bu durumda başvuruya konu yargılamaların yapıldığı dönemde görevli mahkemenin belirlenmesi ile ilgili farklı yaklaşımlar olmuş ise de Uyuşmazlık Mahkemesinin anılan dönemde görevli yargı kolunun adli yargı olduğuna karar verdiği, 28/2/2022 tarihinden sonra ise icra dairelerinde/satış memurluklarında yapılan satışlarda ödenen KDV'nin iadesiyle ilgili olarak idari yargı kolunun görevli olduğuna karar verdiği görüldüğünden görevli mahkemeye dair daha öte bir değerlendirme yapılmasının gerekli olmadığı sonucuna varılmaktadır.

Diğer taraftan somut olayda nihayet asıl mesele şikâyet başvurusunun yedi gün içinde yapılmaması nedeniyle süreden reddine ilişkin olduğundan başvurucunun adil yargılanma hakkına ilişkin tüm şikâyetlerinin mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

Uygulanabilirlik Yönünden

Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme, bunun doğal sonucu olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesinde "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı[nın] metne dâhil" edildiği belirtilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesine söz konusu ibarenin eklenmesinin amacının Sözleşme'de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54). Bu itibarla Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği belirlenirken Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin ve buna ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadının da gözönünde bulundurulması gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).

Sözleşme, bir kişinin sahip olduğunu ileri sürebileceği tüm hak ve yükümlülükler bakımından adil yargılanma hakkını güvenceye almamaktadır. Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların ve bir suç isnadının esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Hak arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için ya başvurucunun medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadının esası hakkında karar verilmiş olması gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı kapsamı dışında kalacağından bireysel başvuruya konu olamaz (Onurhan Solmaz, § 23).

Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı suç isnadına bağlı yargılamaların yanında bir kimsenin medeni hak ve yükümlülüklerinin karara bağlanmasıyla ilgili yargılamalarda da uygulanır. Anayasa'nın 36. maddesinin (1) numaralı fıkrasının medeni meselelerde uygulanabilmesi için ortada hukuk düzeni tarafından kişiye tanınmış veya en azından savunulabilir temeli olan bir hakkın bulunması gerekir. Bu hakkın Anayasa'da doğrudan veya dolaylı olarak tanımlanan ve güvence altına alınan bir hakka ilişkin olması zorunlu değildir. Bu bakımdan kanunla kişilere tanınan hak ve ayrıcalıklar da -mahkemelerde ileri sürülebilmesi koşuluyla- Anayasa'nın 36. maddesi bağlamında hak kavramına dâhildir. İkincisi, bu hakla ilgili olarak ilgili kişinin menfaatini etkileyen bir uyuşmazlık mevcut olmalıdır. Öte yandan bu uyuşmazlık ihtilaf konusu hakkın tespiti ve bu haktan yararlanılması bakımından belirleyici nitelik arz etmelidir (Mehmet Güçlü ve Ramazan Erdem, B. No: 2015/7942, 28/5/2019, § 28).

Yargıtay kararlarında da belirtildiği üzere şikâyet müessesesi ise teknik olarak bir dava veya kanun yolu olmayıp icra dairesinin somut işlemine karşı bir denetim işlevinin yerine getirilmesini sağlayan kendine özgü bir müessesedir. Şikâyet olunan, aslen icra dairesi olup uygulamada çoğu zaman şikâyet eden davacı, şikâyet konusu işlemin lehine olduğu kimse ise davalı olarak gösterilmektedir (Nitekim somut olayda davalı olarak Maliye Bakanlığı gösterilmiştir.) Şikâyette kişiler arasında uyuşmazlık yoktur (bkz. § 29). Bu bağlamda şikâyet başvuruları üzerine hukuk mahkemelerinin verdikleri kararların Sözleşme ve Anayasa'nın ortak koruma alanı kapsamında adil yargılanma hakkı yönünden bireysel başvuru incelemesine konu olup olamayacağının belirlenmesi gerekmektedir.

Anayasa Mahkemesi bu meseleyi Umde İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. ([GK], B. No: 2017/35282, 10/2/2022 kararında değerlendirmiş ve kategorik olarak ortak koruma kapsamı dışında olmadığına karar vermiştir. Anılan kararda şikâyetin, takibin diğer tarafını ilgilendirip ilgilendirmediğinden ziyade somut olay çerçevesinde şikâyet başvurusu sonunda verilen kararın ilgilinin haklarını etkileyip etkilemediği hususunun değerlendirilmesiyle bir sonuca varılmasının doğru olacağı kabul edilmiştir (Umde İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti., §§ 38-47).

Başvuruya dayanak uyuşmazlığa ilişkin dönemde Uyuşmazlık Mahkemesi, icra yoluyla satışta tahsil edilen KDV ile ilgili ihtilaflarda görevli yargı yolunun adli yargı içindeki ilgili hukuk mahkemeleri olduğunu belirlemiştir. Olayda başvurucu, icra yoluyla satışta KDV'nin yüksek oran üzerinden hesaplandığından yakınmıştır. Uyuşmazlık Mahkemesinin anılan tarihteki içtihadına göre bu ihtilafı gidermeye satış memurunun işlemini şikâyet yolu ile inceleyen Sulh Hukuk Mahkemesi görevlidir. Bu durumda başvuruya konu şikâyet yolunun anılan dönemde uyuşmazlık konusu KDV yönünden belirleyici olduğu sonucuna varıldığından Sözleşme ile Anayasa'nın ortak koruma alanındaki adil yargılanma hakkına ilişkin güvencelerin -şikâyet yoluna uygun düştüğü ölçüde- uygulanabileceği sonucuna varılmıştır.

Kabul Edilebilirlik Yönünden

Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

Esas Yönünden

Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı

Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olamaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).

Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

Öte yandan Anayasa'nın 36. maddesinin ikinci fıkrasında hiçbir mahkemenin görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamayacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda adil yargılanma hakkı, şartları bulunduğu takdirde kişilere davanın görüldüğü mahkemeden uyuşmazlığın esasının incelenmesini isteme güvencesini de sağlar.

Somut olayda her ne kadar başvuruya konu olan husus bir şikâyet başvurusuna ilişkin ise de yukarıda "Uygulanabilirlik Yönünden" başlığı altında belirtildiği üzere Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarına göre başvuruya konu KDV ile ilgili ihtilafın çözümünde sulh hukuk mahkemesinin görevli olduğu belirlenmesi dikkate alındığında şikâyet başvurusunda verilen süreden ret kararı nedeniyle başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalede bulunulduğu anlaşılmıştır.

Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür. Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen 13. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anayasa'nın ''Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması'' kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

Kanunilik

Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu nedenle öncelikle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekir.

Somut olayda Pazar Sulh Hukuk Mahkemesi gerekçesinde, 2004 sayılı Kanun'un 16. maddesine dayanmıştır. Anılan maddeye göre şikâyet yedi gün içinde yapılmalıdır. Her ne kadar başvurucu şikâyetin Yargıtay 12. Hukuk Dairesi içtihadına göre anılan 16. maddenin ikinci fıkrası kapsamında olup süreye tabi olmadığını ileri sürmüş ise de bu husus ölçülülük başlığında inceleneceğinden burada daha öte bir değerlendirme yapılmamıştır.

Meşru Amaç

Anayasa'nın 36. maddesinde hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları olduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır (AYM, E.2014/112, K.2014/203, 25/12/2014).

Gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hâle getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013 § 39).

Somut olayda öngörülen yedi günlük şikâyet süresinin icra işlemlerinin bir an önce tamamlanması amacı taşıdığı anlaşıldığından anayasal açıdan meşru bir amaca dayanıldığı sonucuna ulaşılmıştır.

iii. Ölçülülük

Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturtulabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut şartların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması, kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

Ölçülülük ilkesi öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını ve bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Öngörülen tedbirin kişiyi olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin ölçülü olduğundan söz edilemez (AYM, E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

Diğer taraftan hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013; E.2014/183, K.2015/122, 30/12/2015, § 5). Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013; E.2010/80, K.2011/178, 29/12/2011).

Bu bağlamda hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).

Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, mevzuatın yorumlanması ve uygulanması derece mahkemelerinin görevi olmakla birlikte bu yorum ve uygulamaların etkilerinin Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında bulunan hak ve yükümlülüklerle bağdaşıp bağdaşmadığının Anayasa Mahkemesince incelenebileceği tabiidir. Mahkemeye erişim hakkı yönünden yapılacak böyle bir inceleme, somut olayın koşulları çerçevesinde yapılacaktır (Kemal İnan, B. No: 2013/1524, 6/10/2015, § 49). Somut başvuruda da Anayasa Mahkemesinin görevi, usul kurallarının uygulanması konusunda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin başvurucunun mahkemeye erişim hakkını Anayasa'ya aykırı olarak kısıtlayıp kısıtlamadığını denetlemektir.

Başvuruda elverişlilik ve gereklilik ilkeleri yönünden tartışmayı gerektirecek bir yön bulunmamaktadır. Asıl üzerinde durulması gereken, başvurucunun gerek istinaf dilekçesinde gerekse bireysel başvuru formunda belirttiği üzere şikâyetinin 2004 sayılı Kanun'un 16. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine dair Yargıtay içtihadına rağmen süre aşımından reddine karar verilmesinin mahkemeye erişim hakkına orantısız bir müdahale oluşturup oluşturmadığıdır.

Somut olayda başvuruya dayanak satış işlemi 4/8/2014 tarihinde ilan edilmiş ve başvurucuya 15/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 24/9/2014 havale tarihli dilekçesiyle, taşınmazların konut niteliğinde olması nedeniyle KDV'nin %18 yerine %1 oranında hesaplanmasını talep etmişse de talebi Satış Memurluğu tarafından aynı günlü işlemle reddedilmiştir. Başvurucu, Satış Memurluğu işlemine karşı herhangi bir başvuru yapmadan 190 ada 3 numaralı parseldeki taşınmaz için 10/10/2014 tarihinde KDV ödemiş ve ardından KDV'nin iadesine karar verilmesi istemiyle ödemeden itibaren otuz gün içinde Ankara 3. Vergi Mahkemesinde dava açmıştır. Yetki ve görev yönlerinden verilen ret kararlarının ardından şikâyeti inceleyen Pazar Sulh Hukuk Mahkemesi ise satış ilanının 4/8/2014 tarihinde yapıldığı ve ilanın başvurucuya 15/8/2014 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, şikâyetin ise Pazar İcra Hukuk Mahkemesine 28/1/2015 tarihinde yapıldığı hususlarına dikkat çekerek süre aşımı gerekçesiyle şikâyeti reddetmiştir. Başvurucu, Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin fazla vergi alındığına dair şikâyetin yedi günlük süreye tabi olmadığına dair kararına dayanarak istinaf başvurusunda bulunmuşsa da başvurucunun bu talebi reddedilmiştir.

Olayda başvurucunun şikâyet kanun yoluna yedi günlük süre içinde başvurmadığı gerekçesiyle şikâyetinin reddine karar verilmiştir. 2004 sayılı Kanun'un 16. maddesinin birinci fıkrasında icra ve iflas dairelerinin yaptığı muameleler hakkında kanuna muhalif olmasından veya hadiseye uygun bulunmamasından dolayı icra mahkemesine muamelelerin öğrenildiği tarihten itibaren yedi gün içinde şikâyet yapılabileceği belirtilmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında ise bir hakkın yerine getirilmemesinden veya sebepsiz sürüncemede bırakılmasından dolayı her zaman şikâyet olunabileceği belirtilmiştir. Bu durumda Satış Memurluğunun KDV'nin fazla hesaplandığına dair işlemine karşı yapılan şikâyetin hangi fıkra kapsamında olduğu, kuşkusuz bunun belirlenmesinde içtihat mahkemesi olan Yargıtayın konuya ne şekilde yaklaştığı önemlidir.

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi içtihadında da belirtildiği üzere 2004 sayılı Kanun'un 16. maddesi uyarınca, icra memurunun işleminin kanuna veya olaya uygun bulunmaması nedeniyle icra mahkemesine başvurularak şikâyet yolu ile kaldırılmasının istenmesi kural olarak yedi günlük süreye tabi olup bu kuralın iki önemli istisnası vardır: Bunlardan ilki bir hakkın yerine getirilmemesi veya sebepsiz sürüncemede bırakılması, diğeri ise kamu düzenine aykırı olan işlem yapılmış olması hâli olup bu durumlarda ilgili, süresiz şikâyet yoluna gidebilir. Bu bağlamda Yargıtay 12. Hukuk Dairesi içtihadına göre icra yoluyla ihalede satışın KDV'den istisna olup olmadığı, bu satış nedeni ile icra dairesince alıcıdan KDV alınmasının veya KDV oranının kanuna uygun olup olmadığı meseleleri bir hakkın yerine getirilmemesine ilişkin olduğundan 16. maddenin ikinci fıkrası uyarınca bu konudaki şikâyet süreye tabi değildir. Bir başka deyişle Daire somut olayda olduğu gibi vergi, resim, harç ile ilgili uygulamaları bir hakkın yerine getirilmemesine ilişkin olduğundan bu hususta 2004 sayılı Kanun'un 16. maddesinin ikinci fıkrası gereğince süresiz şikâyet hakkı olduğu kabul edilmektedir (bkz. §§ 23, 24).

Somut olayda ise anılan içtihat istinaf aşamasında hatırlatılmasına rağmen Bölge Adliye Mahkemesi ayrı bir gerekçe belirtmeksizin istinaf istemini reddetmiştir. Bu durumda süre ret kararının somut olayın koşullarında başvurucu açısından öngörülmez olup başvurucuda ağır külfete yol açtığı, dolayısıyla mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

Başvurucu, %1 yerine %18 oranında KDV ödemek zorunda kalması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varıldığından mülkiyet hakkı yönünden ayrı bir değerlendirme yapılmasına gerek bulunmadığına karar verilmesi gerekir.

GİDERİM

Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini ve uğradığı 31.926 TL zararın tazmini ile 20.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

Başvuruda tespit edilen mahkemeye erişim hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

Öte yandan ihlalin tespiti ile ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

VII. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın İNCELENMESİNE GEREK BULUNMADIĞINA,

Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Pazar (Rize) Sulh Hukuk Mahkemesine (E.2015/574, K.2018/128) GÖNDERİLMESİNE,

Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

364,60 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 2/4/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

https://www.aslanpinar.combilgi-bankasi/guncel/icrada-fazla-odenen-kdv-sikayet-yoluyla-her-zaman-istenebilir
Diğer Makaleler